Ekoloji sözcüğü ilk defa 1866’da Haeckel tarafından kullanılmıştır. Haeckel’in Sri Lanka’da Colombo nehri ağzında gördüğü mangrov vejetasyonu dikkatini çekmişti. Haeckel ekolojiyi çeşitli organizmaların birbirleri ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı olarak tanımlamıştır.
Theophrastus bitkileri yetiştikleri ortama göre 4 gruba ayırmıştır: Ağaçlar (dendra), çalılar (thamnoi), çalı-altı/çalımsı (phrygana) ve otlar (poai).
İlkçağ’ın ünlü hekimi Hippocrates insan vücudunun çeşitli kısımlardan oluşmakla beraber hastalıkların dış etkenlerden meydana geldiğini ve özellikle iklim gibi doğal ortam koşullarının bu konuda etkili olduğunu belirtmiştir. insanların sağlığı üzerinde havanın, içme suyunun ve rüzgârın önemine vurgu yapmıştır.
Anadolu’da Kilikya Bölgesi’nde, Anazarba’da doğan ve MS I. yüzyılda yaşayan hekim Pedanius Dioskorides, sağlıkla ilgili sorunlara doğada çözüm aramıştır
Aristoteles ise günümüzdeki ekolojinin temel prensipleri niteliğindeki bazı ilkeleri ortaya koymuştur. Aristoteles’e göre kâinat bir bütündür. Kâinatı meydana getiren unsurlar sonu olmayan bir madde dolaşımı ile birbirlerine dönüşürler.Aristoteles’e göre doğayı açıklamaya çalışıyorsanız, doğaya bakmanız gerekir, doğayı doğaya göre açıklamanız gerekir.
Theophrastus bir bitkinin en iyi şekilde, uygun ortamlarda geliştiğini söyler.Theophrastus bitkiler ve ortam arasındaki ilişkilere değinmiş ve bitkileri kuraklığa uyum gösterenler (kserofitler), nemli ortamlara uyum gösterenler (hidrofitler) ve tuzlu ortamlara uyum gösterenler (halofitler) olarak ayırt etmiştir. Theophrastus bitkileri yetiştikleri ortama göre 4 gruba ayırmıştır: Ağaçlar (dendra), çalılar (thamnoi), çalı-altı/çalımsı (phrygana) ve otlar (poai)
Ekolojik görüş Orta Çağ’da esas olarak İslam bilim adamları tarafından temsil edilmiştir. Bunlar arasında doğanın bir bütün olduğunu savunan El-Câhiz (Câhiz’in en önemli eseri sayılan Kitâbü’l-Hayevân’da zoolojinin çeşitli bölümleri, hayvan türlerinin evrimi, iklim ve çevrenin etkisine dair yazarın geniş bilgisi hissedilir), özellikle havanın etkileri ve tıbbi ekoloji üzerinde duran İbni Sina dikkati çeker
Bitki formasyonlarının kökeni ve gelişmeleri üzerine çalışan Avusturyalı Anton Kerner von Marilaün
bitki dağılışı üzerinde sıcaklık ve nemin etkisini değerlendirerek bitkiler ve ortam arasındaki ilişkilere odaklanan Alphonse de Candolle
Yirminci yüzyılın en önemli ekologları arasında kabul edilen Arthur George Tansley (1871-1955), 1935’te ilk defa ekosistem terimini kullanmıştı ve bu terimle canlı ve cansız unsurlar arasındaki ilişkiyi vurgulamıştı.
Organizmalar, organizmaların popülasyonları ve popülasyonların toplulukları olmak üzere ekoloji üç biyolojik hiyerarşi düzeyinde konuyla ilgilenmek zorundadır
Birch’in belirttiği gibi Whitehead’ın bilim tanımı ekolojiye çok uygundur: Basitliği arayalım ancak ona güvenmeyelim
Rowe ise ekosistemi belirli bir zaman dilimi boyunca dünya yüzeyinin belirli bir kısmındaki toprak, hava ve organik bileşenleri içeren bir topoğrafik ünite olarak tanımlamıştır.
Ekosistem, sınırları içerisinde tüm organizmaları ve abiotik çevrenin tüm bileşenlerini içeren “bir birim dünya veya yeryüzü ünitesi” olarak tanımlanır.
Ekosistem coğrafyası, ekosistemlerin dağılışı ile bunların zaman ve mekân boyutunda farklılaşma süreçlerinin çalışılması olarak tanımlanır
İnsanlığın karşı karşıya kaldığı çevresel sorunlar arasında nüfus artışı, biyolojik çeşitlilik, sürdürebilirlik ve küresel iklim değişimi olmak üzere dört temel ve birbiriyle ilişkili alan öne çıkmaktadır
Günümüzde ise biyom, “karasal ekosistemin bitkileri ve hayvanları da içerecek şekilde tanımlanabilen en büyük alt bölümü” olarak tarif edilir
Biyom terimi Amerikalı ekolog Frederic Clements (1874-1945) tarafından 1916 yılında Amerikan Ekoloji Derneği’nin New York toplantısında tundralar veya boreal ormanlar gibi kendine özgü bitki örtüsü ve faunaya sahip geniş alanları belirtmek üzere önerilmiştir. 1932’de Shelford da büyük ölçekli topluluklar için bu terimi kullanmıştır
Bir biyomun sınırları içinde yer alan bu daha küçük alanlı ve farklı ekosistemlere ekotop (ecotope) adı verilir.
Ekotoplar arasında, geçiş özelliği gösteren ekosistemlere ise ekoton denir.
Bir türün farklı ortamlar veya topluluklarla dağılış ilişkisi anlamında niş yani habitat olarak niş başka bir ifade ile yer kavramı olarak niş.
Whittaker vd. niş kavramının türlerin topluluk içindeki rolü için kullanılması gerektiğini belirtmektedirler.
Krebs (2008), ekolojik niş kavramını kullanmaktadır.
Habitat ve biyotop terimleri çevrenin fiziksel ve kimyasal özellikleri için neredeyse eş anlamlı olarak kullanılmaktadır (habitat kelime olarak İngilizce’de kullanılırken biyotop terimi diğer Avrupa dillerinde tercih edilir). Bu terimler iki kavramı karşılamaktadır. Bu kavramlardan birisi belirli bir mekânda topluluğun çevresini ifade ederken diğeri bir türün farklı durumlardaki çevresini ifade eder. Toplulukların ya da türlerin çevresini anlatmak için habitat kavramının kullanılması karışıklığa yol açmamaktadır.
biyosenoz bir ekosistemin çevre ile uyum hâlindeki unsurlarını ifade etmek amacıyla kullanılır.
Eğer, biyotik ve abiyotik unsurları arasındaki ilişkiler düzenli bir şekilde işlevlerini sürdürüyor ise; bu unsurlardan bazılarında meydana gelen değişimler, madde ve enerji üretimi ile dolaşımına engel olmuyor ise; fonksiyonel işlevi bozulmayan ekosistemlerden söz ediliyor demektir. Bunlar doğal denge hâlinde olan ekosistemlerdir ve böyle ekosistemlerde üretim ve tüketim arasında denge söz konusudur. Buna homeostasis (öz-düzenleme) yani denge durumu adı da verilir. Doğal ekosistemlerde denge değişik şekillerde sağlanır.
Ekosistemde biyotik ve abiyotik unsurlar arasındaki ilişkiler ve besin maddelerinin üretimi ile enerji akışı, ekosistem dengesinin korunmasına yol açar. Ekosistemdeki bu madde ve enerji dolaşımı veya döngüsü besin zinciri olarak tanımlanır.
Dünya’da her yıl fotosentez yapan bitkiler tarafından üretilen organik madde miktarı, yaklaşık olarak 1017 gram (yaklaşık 100 milyar ton)’dır. Aynı zaman diliminde aynı miktarda organik madde canlıların solunum faaliyetleriyle CO2 ve H2O’ya dönüşmektedir.
Aslında ekosistemlerde genel olarak iki besin zincirinden söz edilebilir: Otlama besin zinciri ve döküntü besin zinciri. Bu ikisi arasındaki temel fark ilk düzeydeki tüketiciler için enerjinin kaynağıdır. Otlama besin zincirinde herbivorların ilk enerji kaynağını, canlı bitki biyoması veya net ilksel üretim oluşturur. Döküntü (detritik) besin zinciri adı verilen sistem de ise enerji kaynağını ölü organik malzeme veya döküntüler oluşturur.
mikroorganizmalar ayrıştırma süreçlerindeki rolleriyle dikkat çekerler. Bunlar ikiye ayrılır: Aerobik ayrıştırıcılar ve anaerobik ayrıştırıcılar. Aerobik ayrıştırıcılar, oksijenin olduğu ortamlarda yaşayan ve ayrışma için oksijene gerek duyan organizmalardır. Oksijensiz ortamda ayrıştırma süreçlerini yapan organizma grupları ise anaerobik organizmalardır.
Bilindiği gibi fotosentez, içerdikleri klorofilin katalitik etkisi sayesinde bitkilerin atmosfer veya sudaki CO2’i ve suyu, güneş enerjisi sayesinde organik maddeye dönüştürmesidir. Fotosentezin enerjisi de güneştir. Yani fotosentezle, güneş enerjisinin bir kısmı potansiyel enerji şeklinde besin içinde depolanmış olur. Fotosentez şu formülle ifade edilir:
C3 bitkileri en iyi gelişmeyi orta derecedeki/ılıman sıcaklıklarda sağlar. Bunların optimal sıcaklıkları 17-23°C arasında değişir. Büyüme ise toprak sıcaklığının 4-7°C’lere eriştiği ilkbahar mevsimi başında başlar ve yazın en sıcak olduğu zamanda durabilir.
C4 otlarının fotosentezde en verimli olduğu sıcaklık aralığı 32-34°C’ler arasındadır. Büyümenin başlaması için gerekli olan toprak sıcaklığı 15-18°C’leri bulur. Tropikal alanlarda ve orta enlemlerin sıcak yazlara sahip yerlerinde yayılış alanı bulan ot türleri, çoğunlukla C4 otlarıdır.
Az çok dairesel bir yol izleyen bu döngülere “biyo-jeokimyasal döngüler” adı verilmektedir
Entropi:bir enerjinin doğal yolla bir biçimden başka bir şekle dönüşürken yoğunluğu giderek azalır veya bu dönüşüm sırasında enerjinin bir kısmı mutlaka kullanılmayan ısı enerjisine dönüşür ve dağılır.
Türler arası rekabet aynı talep için iki türün veya o türlerin popülasyonlarının birbiriyle olan mücadelesini ifade eder.
1740’larda Fransız misyoner Pierre d’lncarville tarafından Çin’den Paris’e yollanan tohumlarla Avrupa’ya girdiği bilinen kokar ağaç, günümüzde Avrupa’nın en yaygın istilacıları arasında sayılan bitkilerden birisidir
Eğer iki tür arasındaki işbirliğinden sadece birisi kendine yarar sağlıyorsa buna komensalizm adı verilir.
parazitlik (asalaklık) ilişkileridir. Asalaklık ilişkisinde bir tür, diğerine doğrudan zarar verir, kendisi bundan yararlanırken diğerini olumsuz etkilemektedir.
Her iki tür de birlikte faydaya dayanan bir ilişki içinde ise buna mutualizm (diğer adı zorunlu simbiyos’dur) adı verilir. Böyle işbirliklerinde her iki tür için bir zorunluluk da söz konusudur. Likenler, bu konuda iyi bir örnektir.
Bir ekosistemin organizasyonu üzerinde (nispi sayı ve biyokütle bakımından) etkisi çok büyük olan türlere anahtar tür (keystone species) adı verilir.
Bitki ve hayvanların ölü dokularını parçalayarak beslenen organizmalar saprofit (saprotrof) adını alır.
Hem bitki ve hemde et ile beslenen canlılara omnivor denir.
Mercanlar algler ile simbiyotik ilişki içindedirler.
Bazı bitkiler zehirli veya zararlı kimyasallar salgıladığı için diğer bitkilerin gelişmesini engeller bu tür bitkilere Allelopati denir.
Beslenme şekillerine göre canlılar 3’e ayrılır.1.otçul(herbivor)2.etçil(karnivor)3.hem et hem otçul(omnivor)
Yorum Gönder
0 Yorumlar