Type Here to Get Search Results !

Beşeri Coğrafya 1-7 Ünite Özeti

 ÜNİTE 1 BEŞERİ COĞRAFYANIN TANIMI VE DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİSİ

Coğrafya Nedir
Coğrafya toplumsal ve doğal çevre arasındaki karmaşık ilişkileri inceleyen fakat inceleme
odağında
insan ve mekân olup, insan ile mekân arasındaki etkileşimi öncelikli olarak ele alan
bir
sentez bilimidir.
Bir
beşeri bilim olan coğrafya insanın yaşadığı, çalıştığı, bir araya geldiği ve başta kendi
yaşama ortamı olmak üzere değiştirmekte olduğu
yeryüzünü inceler. Coğrafya başlıca iki
ana kola ayrılır.
1. Fiziki Coğrafya
2. Beşeri Coğrafya
Beşeri coğrafya, yeryüzü unsurları üzerinde insan kaynaklı faaliyetleri inceler. Buna göre
beşeri coğrafya; insan topluluklarının yeryüzü ile münasebetleri, bu toplulukların yeryüzünün
diğer olaylarıyla bağlantılı olarak karşılıklı aksiyon ve reaksiyonları dâhilinde inceleyen bilim
dalıdır. Beşeri coğrafya
insanı, özelliklerini ve faaliyetlerini çevreyle ilişki içinde ve
meydana getirdikleri mekânsal örgütlenme biçimiy
le inceler. Beşeri coğrafya kendi içinde
kollara ayrılmıştır.
Nüfus coğrafyası, ziraat coğrafyası, yerleşme coğrafyası, siyasi
coğrafya, ulaşım coğrafyası, ticaret coğrafyası, turizm coğrafyası, sanayi coğrafyası
gibi.
İnsanın Çevreyi Etkilemesi
İnsanın coğrafi çevre üzerindeki etkileri şu alt başlıklar içinde ele alınabilir.
1. İnsanın yüzey şekilleri üzerindeki etkisi: Açılan kanallar, tüneller, yollar, limanlar, kurulan
köyler, şehirler, kurutulan bataklıklar, taraçalar vs.
2. Doğal bitki örtüsü üzerindeki etkisi: tarım alanları açmak için ormanların tahribi, aşırı otlatma,
maden ve taş ocakları açma, vs.
3. Sular üzerindeki etkisi: Yapılan barajlar, setler, göller, sulama kanalları, yer altı sularının aşırı
kullanımı, suların kirletilmesi (Salgın hastalıklara, zehirlenmelere, sudaki canlı hayatın yok
olmasına ve kirletilmiş olan bu suların zirai sulamalarda kullanılması ise; toprağın kirlenmesine,
sudaki zararlı maddelerin bitkilere geçmesine ve bu bitkilerle beslenen canlıların zarar
görmesine ayrıca verim kaybına neden olur. )
4. Hayvan ve bitki türlerinin dağılışı üzerindeki etkisi: İspanyollar tarafından buğday, şekerkamışı,
at, sığır, domuz gibi bazı bitki ve hayvan türlerinin yetiştirilmeye başlanması, Amerika’dan
Avrupa’ya mısır, tütün, domates, pamuk gibi bitki türlerinin getirilmesi, o bölgelerin doğal
ekosistemlerinde görülmeyen bitki türlerinin tarımının yapılmaya başlanması sürecini
geliştirmiştir.
5. İklim değişikliği üzerindeki etkisi: Kurulan barajlar vasıtasıyla yerel ölçekte bile olsa değişiklikler
meydana gelir. Su temin etmek veya orman yangınlarını söndürmek için suni olarak bulutları
toplayarak yağmur yağdırmak veya havaalanları üzerinde biriken bulutları dağıtmak için
müdahale etmek. Şehirlerde şehre özgü bir takım durumların gelişmesi, örneğin; ısının daha
yüksek olması, rüzgar sisteminin daha zayıf olması, hava kirliliği

6. Madenler üzerindeki etkisi: İnsanların madencilik faaliyetleriyle ilgilenmeye başlaması
günümüzden yaklaşık 5 700 yıl öncesine dayanmaktadır. O tarihten itibaren artan miktarda
demir, bakır, kömür, mermer gibi madenler işletilmektedir. Yeryüzü ölçeğinde madencilik
faaliyetlerinin gerçekleştiği toplam alanın yaklaşık 156 milyon hektar olduğu bilinmektedir.
Sürdürülen madencilik faaliyetleri sonucunda ise, yılda ortalama 3000 milyar ton malzeme
kazılmaktadır. Topografya bozuluyor..
7. Toprak üzerindeki etkisi: tarım ve hayvancılık faaliyetleri toprak üzerinde etkilidir. Kullanılan
gübreler, ilaç gibi kimyasallar toprak kirliliğine neden olmaktadır. Tarlalar aşırı sulanarak
tuzlanmaktadır.
NOT: Birleşmiş Milletler Çevre Sözleşmesi’ne de taraf olan AB 1998 Nisan ayında Kyoto
Protokolü
’ne de imza atmıştır. Kyoto Protokolü, sanayileşmiş ülkelerin sera gazı
emisyonlarını azaltma taahütlerini daha da katı hale getirmekte ve bu azaltımın belirli
zaman dilimleri içinde gerçekleşmesini öngörmekte
dir. Dünyada Çevre Kirliliğini
Önleme Çalışmaları
Günümüzde dünya çapında etkili çevresel sorunlar; iklim değişiklikleri, ozon tabakasının
incelmesi, tropik ormanların tahribi, hızlı nüfus artışı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kaynak
yetersizliği, tatlı su kaynaklarının kirlenmesi, biyolojik çeşitliliğin azalması, denizlerin kirliliği,
asit yağmurları, çölleşme ve hızlı endüstrileşmenin neden olduğu kimyasal atık kirliliğidir.
Uluslararası boyutta önem kazanan bu sorunlarla ilgili olarak dünya genelinde yapılan
araştırmalarda özellikle;
Rusya, Zambiya, Ukrayna, Peru, Çin ve Hindistan’da çevre
kirliliğinin son derece önemli boyutlara ulaştığı tespit edilmiştir.
NOT: 5 Haziran Dünya Çevre Günü
AB Çevre Kirliliğini Önleme Çalışmaları
1972 yılında Stockholm’de yapılan konferans
1973- 1977 yıllarını kapsayan 1. Çevre Eylem Planı
1978- 1982 yıllarını kapsayan 2. Çevre Eylem Planı
1982- 1986 yıllarını kapsayan 3.Çevre Eylem Planı
1987- 1992 yıllarını kapsayan 4.Çevre Eylem Planı
1993 yılında yürürlüğe giren 5. Çevre Eylem Planı
2001- 2010 dönemini kapsayan 6. Çevre Eylem Programı
NOT: 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması da AB’nin bütünleşmesi açısından
oldukça önemlidir. Bu anlaşmayla
ekonomik büyümenin çevreyle uyum içinde
gerçekleşmesi
gerekliliği vurgulanmıştır.
Sanayileşmiş ülkelerin
sera gazı emisyonlarını azaltma taahütlerini daha da azaltmayı
öngören
Kyoto Protokolü için belirlenen ilk zaman dilimi 2008- 2012 yılları arasını kapsayan
dönemdir. Tüm dünyayı tehdit eden küresel ısınmayla mücadele için sera gazı emisyonlarının
azaltılmasını amacını taşıyan protokol, AB ile birlikte
117 ülke tarafından ortak amaca hizmet
etmektedir.
Avrupa Birliği çevre kirliliğini önleme çalışmalarında; Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü

(OECD), Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya
Sağlık Örgütü (
WHO) gibi uluslararası kuruluşlarla işbirliği içinde de daha yaşanabilir ve daha
az kirletilmiş bir dünya için geniş bir yelpazede faaliyetlerini sürdürmektedir.
NOT: OECD,UNEP,FAO,WHO çevre kirliliğini önleme çalışmalarında faliyet gösteren örgütler
Türkiye’de Çevre Kirliliğini Önleme Çalışmaları
İstanbul’da Haliç’in kirlenmeye başlaması
Başkent’te gözlenen hava kirliliği
İzmir ve İzmit gibi önemli uluslararası ticaret limanlarımızda yaşanan kirlilikler
Gökova- Aliağa gibi termik santrallerin yarattığı çevresel sorunlar
ülkemizde de
çevre kirliliğini önleme çalışmalarını başlatan tetikleyici unsurlar
olmuşlardır.
Türkiye’de çevre kirliliğini önleme amaçlı ilk etkin çalışmalar 1960’lı yıllarda başlamıştır.
Devletin bu konuyla ilgilenmeye başlamasının en önemli göstergesi ise,
1972 yılında
Stockholm’de
yapılmış olan Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı’na katılmış
olmasıdır. Daha sonra
3. Beş Yıllık Kalkınma Planında (1973-1977) ’Çevrenin
Korunmasına İlişkin Tedbirler’ alınması
hükmü bu konuyu daha da somutlaştırmıştır.
1978’de Çevre Müsteşarlığı, 1991’de de Çevre Bakanlığı kurulmuştur.
1992 gerçekleştirilen Rio Zirvesinde alınan kararlar ile sürdürülebilir kalkınmayı çevresel
etkileri göz önünde tutarak ele alma hedefi,
1990- 1994 dönemini kapsayan 6. Beş Yıllık
Kalkınma Planı
nda benimsenmeye başlanmıştır. Takip eden dönemlerde 7. ve 8. Beş Yıllık
Kalkınma Planları
nda da(1996-2000 ve 2001-2005), ülkemizde çevre kirliliğini önleme
çalışmalarına gösterilen hassasiyet devam etmekte, ekonomik ve toplumsal politikalarla çevre
politikalarını uyumlaştırarak uluslararası anlaşmalarla bağlılığı, toplumsal uzlaşma ve kitlesel
katılımları desteklemeyi ilke edinmekte, değerlerin ve eylemlerin rehabilitasyonu ile toplumsal,
kurumsal ve hukuksal yapılarda reform öngörülmektedir
8. beş yıllık kalkınma planı kapsamında 01.05.2003 tarihinde alınan bir kararla Çevre ve
Orman Bakanlığı’nın kurulmuş olması
da, Türkiye’nin çevre ve çevreye karşı olumlu ve
ileriye dönük yapıcı tavrını ortaya koyan önemli göstergelerdendir.
Türkiye uluslararası boyutta yaklaşık 50 anlaşma ve protokole imza atarak taraf olmuştur.
Bunların en önemlisi ve en yenisi ise,
2 Haziran 2008 tarihli Bakanlar Kurulu Toplantısı’nda
alınan bir kararla,
Kyoto Protokolünü imzalamış olmamızdır. Türkiye protokolü imzalamış
olmasına rağmen çeşitli alt yapı hizmetlerinin sağlanabilmesi amacıyla
2008- 2012
döneminden muaf tutulmuştur. Çeşitli hazırlıkların tamamlanmasıyla 2012 yılı itibariyle
protokol şartları ülkemizde de uygulanacaktır.
Çevrenin İnsanı Etkilemesi
Dünya ziraat kuşakları bakımından üç faklı bölgeye ayrılmıştır. Kabaca 90- 66.33 enlemleri
arasında soğuk kuşak, 66.33-23.27 derece enlemleri arasında orta kuşak, 23.27
dereceden ekvatora kadar olan kısım ise, sıcak kuşak
olarak belirlenmiştir. Bu kuşaklar
iklim ve dolayısıyla zirai faaliyetlerdeki farklılıklar sebebiyle ayrılmıştır.
Kuzey yarım kürede meskenlerin kuruluş yeri olarak güney bakılı alanların tercih edilmesi,
evlerin çatılarının dik, eğik veya düz olması iklimin insan yaşamı üzerindeki
etkilerine
gösterilebilecek örneklerdir.
Doğadaki aşınma, taşıma ve biriktirme faaliyetleri çeşitli yönlerden insan yaşamını etkiler.
Akarsular belirtilen faaliyetlerdeki rolleriyle doğal faktörler arasında ilk sırayı alırlar ve bu
değişim uzun süreli bir karakter taşır. Bunun yanı sıra dalgalar ve rüzgar da önemli doğal
faktörlerdir.
Uluslararası Örgütler ve Yardımlaşma
Birleşmiş Milletler araştırmasına göre 1994 yılında dünyada doğal afetlerin sayısı 400 iken,
2004 yılında 650 olmuştur. 2007 yılında ise yaklaşık % 20 artarak 785 olmuştur. Kızılhaç’ın
rakamlarına göre Avrupa’da 2003 sıcakları sebebiyle 35.000 kişi ölmüştür. Hiç kuşku yok ki,
bu rakamların artması doğal dengenin bozulmasıyla ilgilidir. Türk Kızılay’ı da uluslararası
yardımlaşma konusunda dünya çapında bir kurum haline gelmiştir.
Doğal afetlerin oluşturduğu olumsuz tablo dünyada siyasi ve askeri çekişmeleri o anda bir
kenara iterek ülkeler arasında dostluk ve barış havası yaratmaktadır. Bu havayı yaşayan
Türkiye ve Yunanistan arasında doğal afetlere karşı
Türk- Yunan ortak görev gücü
kurulmasına ilişkin
protokol yapılmıştır. 3 Aralık 2003 tarih, 5014 sayılı kanunla, birlikte
hareket etme kararı imzalanmıştır.
23 - 25 Kasım 2007 tarihlerinde Yunanistan’ın Messinia Bölgesi Kalamata kentinde ‘Türkiye
Ege Kıyıları - Yunanistan Ege Adaları’
VIII. Ekonomi Zirvesi yapılmıştır. Amaç 2006 yaz
aylarında
Mora Yarımadasında çıkan yangında 2700 dönümlük yanan arazinin yeniden
düzenlenmesi
ne ortak olarak karar vermektir.
Uluslararası örgüt olan
BM yardımlaşma alanında en büyük kurumdur. Türkiye 24 Ekim 1945
yılında BM’nin kurucu
51 ülkesinden biri olmuştur. Bugün bu ülke sayısı 192 olmuştur.
ÜNİTE 2 NÜFUS COĞRAFYASININ ESASLARI
Nüfus Coğrafyasının Esasları
Sınırları belirli bir alanda yaşayan insan sayısına nüfus denir. Nüfus coğrafyası ise, nüfusun
yeryüzünde dağılışını, bu dağılışın nedenlerini, yoğunluğunu, yaş, cinsiyet, eğitim ve diğer
sosyo-kültürel özelliklerini inceleyen, mekânla bağlantılarını ortaya koyan bilim koludur.
Nüfusun Bileşenleri
Nüfus değişiminin bileşenleri. Bir yerdeki nüfusun değişiminde etkili olan üç temel faktör
vardır.
Doğumlar, ölümler ve göç.
Ham doğum oranı= Yıllık doğum sayısı (canlı) x 1000 Genel Doğurganlık Oranı=
Yıllık Doğum Sayısı X 1000
15-49 yaş kadın nüfus

Bebek ölüm oranı= 0 yaştaki ölümler x1000
ölümler x1000
Çocuk ölüm oranı= 1-5 yaş arası

Nüfus, çok genel bir ifadeyle belli bir zaman aralığında sınırları belirlenmiş bir alanda yaşayan
insan sayısı
olarak ifade edilebilir.
Dünya Nüfus Dağılışı

Kıtalar Nüfus (bin)
Asya 4419897
Afrika 1194369
Amerika 988384
Avrupa 740813
Okyanusya 38866
Toplam 7382330

Dünya nüfusu yeryüzünde eşit ve dengeli bir şekilde dağılmamıştır. Dolayısıyla nüfusun
heterojen bir dağılım özelliğine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Nüfus kıtalara, ülkelere, ülkeler
içerisinde bölgelere ve alt idari birimlere göre de farklılıklar gösterir. Birleşmiş Milletler nüfus
araştırmalarına göre günümüzde 7.3 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yılında 9.7 milyar
olacağı öngörülmektedir.

Dünya Nüfusunun Gelir Seviyesine Göre Oransal Dağılımı
Dünya nüfus dağılımında, Asya kıtasının % 60 oranında (4 milyar 419 milyon) paya sahip
olduğu görülmektedir. Bu durumun gelişmesinde Asya kıtasında yer alan ülkelerin fazla
nüfuslu ülkeler olmasının etkisi büyüktür. Genellikle geri kalmış veya gelişmekte olan
ekonomik profilli ülkelerden oluşan Asya kıtası aynı zamanda dünya yerleşme tarihinin de en
eski olduğu ana karalardandır.
Asya kıtasında yer alan ülkelere baktığımızda 2015 verilerine göre
Çin 1 milyar 397 bin nüfusla
ilk sırada yer almaktadır. İkinci sırada 1 milyar 309 bin nüfusla Hindistan ve üçüncü sırada
da 258 milyon nüfusuyla
Endonezya’nın yer aldığı görülür.
Bu ülkelerde nüfus artış hızı ise, Çin’de ‰ 5.6, Hindistan’da ‰ 12.7 ve Endonezya’da ise
‰ 13.2’dir
Dünya nüfusunun % 16’sı (1milyar 194 milyon) Afrika kıtasında yaşamaktadır.
Amerika kıtasında nüfusun % 13’ü (988 milyon) yaşamaktadır.
Nüfusun
% 10’u ise, Avrupa kıtasında (740 milyon) yaşamaktadır.
Okyanusya kıtası ise, toplam nüfusun ancak % 1’ine (39 milyon) sahiptir.
Demografik Temel Kavramlar
Toplam nüfus kabaca, sınırları belirli bir sahada yaşayan insan sayısıdır. Toplam nüfus miktarı
hesaplanırken, başlangıç nüfusuna doğum miktarı ve göçle gelen nüfus eklenir, ölüm miktarı
ve göçle giden kişi sayısı çıkarılır. Kalan değer bize toplam nüfus miktarını vermektedir.

2017 TÜİK verilerine istinaden Türkiye nüfusu 80 milyon 810 bin 525’dir. Bu nüfusun % 92.5’i
şehirsel, % 7.5’i kırsal nüfustur.
Toplam nüfus miktarı ve nüfusun kır-kent nüfusu olarak dağılımı farklı nüfus yoğunluklarını
hesaplama imkânı yaratır. Buna göre;
• toplam nüfusun alana oranlanmasıyla
aritmetik nüfus yoğunluğu,
• toplam nüfusun ekili- dikili alanlara oranlanmasıyla
fizyolojik nüfus yoğunluğu
• kırsal nüfusun ekili- dikili alanlara oranlanmasıyla da zirai (çiftçi) nüfus yoğunluğu
hesaplanmaktadır.
Aritmetik nüfus yoğunluğu genel itibariyle nüfusun dağılışı hakkında bilgi verirken,
fizyolojik nüfus yoğunluğu tarım alanları üzerindeki baskıyı ortaya koyması sebebiyle
oldukça anlamlıdır. Benzer şekilde
zirai nüfus yoğunluğu da ekili- dikili alanları işleyen kişi
ortalamasını ifade ettiği
için beşeri coğrafya çalışmalarında oldukça önemlidir
Toplam nüfus miktarıyla ilgili çalışmalar yapılırken
medyan (ortanca) yaş kavramı da dikkat
çeker. Genel bir ifadeyle medyan yaş;
bir nüfusu oluşturan kişilerin yaşları küçükten
büyüğe sıralandığında ortada kalan kişinin yaşıdır
. Medyan yaş çalışma yapılan sahanın
genel yaş profilinin ortaya konması bakımından önemlidir.
Gelişmiş ülkelerde medyan yaş
yüksek, geri kalmış ülkelerde medyan yaş düşüktür.
ÜNİTE 3 NÜFUS TEORİLERİ
Nüfus teorileri
; nüfusla sosyal, ekonomik, kültürel ve diğer faktörlerin değişmeleri arasındaki
karşılıklı ilişkileri açıklamak üzere kurulmuş fikirler dizisidir.
Nüfus artışının, ekonomik kalkınmaya ucuz ve gerekli iş gücünü sağlaması açısından
olumlu
yönde etkileri olduğu gibi,
nüfus artış hızı, milli gelir artış hızından büyükse sanayileşme ve
kalkınmaya
olumsuz etkileri de ortaya çıkmaktadır. Bu etkileri bakımından iktisadi
gelişmenin faktörleri arasında nüfus konusu önem arz etmektedir. Nüfusun büyüklüğünü, artış
hızını, coğrafi dağılımını ve niteliğini etkileyerek toplumun, öngördüğü amaçlara ulaşmasını
sağlamak ve ekonomik gelişmişlik düzeyini artırmak mümkündür.
İlk Çağlarda Nüfus Teorileri
Çin
de Konfüçyus ve diğer filozofların nüfusla ilgili görüşleri, nüfus artışının işgücü
verimliliğini kısıtlayarak kitlelerin yaşama düzeylerini olumsuz etkileyeceği ve iktisadi
gelişmeyi sekteye uğratacağı
şeklindedir.
İlkçağ’da, Konfüçyüs’e göre nüfus artışı toplumların yaşam seviyelerini olumsuz etkileyecektir.
Nüfus aşırı artacak olursa ölümlerin artacağını savunmuştur.
Ekilebilir topraklarla nüfus arasında ideal bir orantı olması gerektiğini savunmuştur.
Eski
Yunan’da Eflatun (Platon) ve Aristo nüfus konusuna başka bir açıdan bakmışlar ve
görüşlerinde
ekonomik faktörlerden çok yönetimle ilgili faktörlere ağırlık vermişlerdir.
Antik çağ düşünürlerinden Eflatun (Platon), “nüfusun ne fazla çoğalması ne de azalmasına
fırsat verilmelidir
” şeklinde özetlenebilecek “ideal devlet için ideal nüfus” görüşüne sahipti.
Eflatun, toplumların ekonomik yönden kendilerine yeterli olabilmeleri için belli bir nüfus
büyüklüğüne sahip olmaları, ancak yasalara uygun bir yönetim biçiminin uygulanmasını
güçleştirmemesi için nüfusun fazla artmaması gerektiğini savunuyordu.
Onlara göre toplumların
ekonomik yönden kendilerine yeterli olabilmeleri için belli bir nüfus büyüklüğüne sahip olmaları
gerekmektedir.
Ancak bu düşünürler de aşırı nüfus artışına karşı çıkmışlardı.
Romalılar ise askeri alandaki yararını düşünerek nüfus artışını desteklemişlerdir.
Orta Çağda Nüfus Teorileri
Ortaçağ, toplumların hayatına daha çok dinin hâkim olduğu bir dönemdir. Hıristiyanlık,
nüfusun
sosyal yönlerine ağırlık vermiş ekonomik ve siyasi yönünü ihmal etmiştir. İbn-i
Haldun nüfusun devrevi yani dönemsel hareketlere konu olduğunu yazarak ekonomik,
siyasal ve psiko-sosyal faktörlerle yakından ilişkili olduğunu belirtmiş
tir. Herhangi bir
ülkede nüfus yoğunluğunun yüksek olmasının iş bölümüne imkân vererek toplumun refah
seviyesinin artacağını ve askeri- siyasi emniyeti sağlamada etkili olacağını savunmuştur.
İbni
Haldun iklimin, refah seviyesinin ve gıda rejiminin insan üzerindeki etkisi üzerinde
durup, refah ile nüfusun artacağına ve ölümlerin azalacağına işaret etmiştir.
Genel
itibariyle İbn-i Haldun; nüfus ile iktisadi, sosyal ve kültürel gelişmeler arasındaki ilişkiyi
incelemiştir.
İbn-i Haldun yalnızca nüfus büyüklüğünün yararlarını değil, aynı zamanda nitelikli bir işgücünün
ekonomiyi canlandıracağını ifade etmektedir.
16-18. Yüzyıllarda Nüfus Teorileri
16.-18. yüzyıllar
arasında Avrupa'nın birçok ülkesinde egemen olan ve devletin gücüyle
zenginliğini ticaret yoluyla artırmayı hedefleyen
merkantilizm döneminde, nüfus artışına
büyük önem verildi.
Merkantilistler ve dönemin mutlak kralları nüfusu devletin zenginlik
kaynaklarından biri olarak gördüler. Nüfus ne kadar fazlaysa ülke de o ölçüde zengindi.
Kalabalık bir ülke daha fazla işgücü, daha büyük bir pazar ve daha güçlü bir ordu demekti.
18. yüzyılda gelişen kapitalizmle birlikte nüfusa ilişkin görüşler de farklılaşmaya başladı.
Sanayi Devrimi'nin sonucu olarak işgücünün yerini makinelerin almasıyla çalışan kesimler
arasında
işsizlik arttı, yoksulluk ve sefalet yaygınlaştı. Bu yüzyılda işsizlik ve yoksulluğun
nüfus fazlalığından ileri geldiği düşünülmeye başladı
Thomas Malthus (1766 - 1834)
Thomas R. Malthus, 1798 yılında ‘Nüfus İlkeleri Üzerine Bir Deneme’ adlı eserini
yayınlamıştır. Bu eser
modern anlamda yapılmış ilk nüfus çalışmasıdır. Eserde yer alan,
Malthus’un nüfus teorisi; yiyecek maddelerinin
aritmetik olarak 1,2,3,4,5,……. nüfusun ise
geometrik olarak 1,2,4,8,16,32,….. şeklinde artacağını ve eşit olarak artmayan bu iki gücün
eşitlenmesinin ancak, nüfus üzerinde sıkı ve devamlı bir kontrolün uygulanmasıyla olacağını
savunmaktaydı. Nüfus ve besin maddeleri arasında ki
dengesizliği ortadan kaldırmak için
önce, nüfus hareketlerindeki artış eğilimlerini önlemek amacıyla bazı tedbirlerin
alınması gerektiğini belirtiyordu. Bunlardan biri insanların bilinçli hareket ederek doğum
miktarlarını sınırlamalarıdır
.
Malthus’un öne sürdüğü teori iki ilkeye dayanmaktaydı.
1- Herhangi bir kontrol olmazsa, nüfus, potansiyel olarak geometrik oranda (1,2,4,8,16 gibi)
büyüyecek ve her 25 yılda iki misli artacaktır.
2- En uygun koşullar altında bile, araziden alınan üretim en çok aritmetik oranda (1,2,3,4,5)
artacaktır.
Malthus’un teorisini maddeler halinde ele alacak olursak;
1. Malthus’a göre bu durumda kıtlık ortaya çıkacaktır. Bunun için nüfus kontrol altında
tutulmalıdır.
2. Malthus savaşları, salgın hastalıkları ve kıtlıkları geçmişteki nüfus kontrol mekanizmaları olarak
açıklıyordu.
3. Doğa yasalarından çıkan bu tür kontrollerden kaçınmak için gönüllü bazı ölçütlere uymak
gerektiğini vurguluyordu.
4. Koruyucu önlemler olarak evliliklerin geciktirilmesini ve doğum kontrollerini öneriyordu.
5. Sanayi devrimi yaygınlaştıkça Avrupa’da nüfus artış hızında düşme oldu ve zamanla
Malthus’un fikirleri terk edildi.
6. Tarımda sağlanan teknolojik ve endüstriyel gelişmeler sonucunda da gıda üretiminde büyük
artışlar oldu.
Entansif ziraat; tarım sahalarında birim alandan en yüksek verimi alabilmek için ne
gerekiyorsa onu yapmaktır. Örneğin su sıkıntısı çekiliyor ise, sulama sistemleri kurmak, drenaj
kanalları açmak, toprak verimsiz ise, gübre takviyesi yapmak, zararlılarla mücadele için belli
oranlarda kimyasal ilaçlama yapmak, toprağı daha iyi ve hızlı bir şekilde sürmek için makine
kullanmak, soğuk iklim şartlarına veya rüzgara karşı korunmak için seralar kurmak veya ürün
hasadında daha etkili olabilmek için makine kullanımı gibi modern imkanları kullanarak ziraat
yapmak entansif uygulamalar içinde değerlendirilebilir. Entansif ziraat genellikle makineli ziraat
olarak değerlendirilmektedir. Bu tanım esasında son derece yanlıştır. Entansif ziraat
uygulamaları demek yalnızca makine kullanmak demek değildir. Entansif ziraat birim alandan
en yüksek verimi almak için ne gerekiyorsa onu yapmaktır.
Ekstansif ziraat sistemi ise, genel itibariyle doğaya bağımlı ziraat sistemi olarak
değerlendirilebilir. Yani başka bir ifadeyle birim alanda verimi artırmak için hiçbir takviye
yapılmamasıdır. Su ihtiyacı yalnızca doğal yağışlardan karşılanır. Yağışın yıldan yıla farklılık
göstermesi ürünün verimi üzerinde oldukça etkilidir. Rüzgarın şiddetli esmesi ağaç dallarına
zarar vererek ürünün verim miktarının düşmesine neden olur, toprak aşırı işlenmeden dolayı
zamanla barındırdığı organik maddeleri ve bünyesindeki yararlı bileşikleri kaybeder ve
verimsizleşir.
Adam Smith (1723-1790)
Bu dönemdeki ele alınacak önemli düşünürlerden biri, Adam Smith’dir. Nüfus artışını
ekonomik kalkınmanın hem sebebi hem de sonucu olarak değerlendirmiş
tir. Teorisine
göre,
nüfusun az olduğu gelişmenin ilk dönemlerinde toprağın verimi yüksektir,
BEŞERİ COĞRAFYA 1 / 7 (VİZE) ÜNİTELER ÖZETLERİ
¯\_()_/¯ Herkese Başarılar... GÜMRÜKÇÜ
müteşebbislerin karları da oldukça iyidir. Nüfus artışıyla talep canlanır, ve bunun
sonucunda yatırımlar artar, teknolojik ilerleme sağlanır. Emek sahiplerinin refahının
artması da nüfusun artışını yükseltecektir
. Ancak bir süre sonra azalan verimin ortaya
çıkması, işgücü başına verimin düşmesi ve karların azalmasıyla yatırımlar düşecek, duraklama
görülecektir. Yaşam standardının düşmesi ise, nüfus artışını azaltacak ve ekonomik büyüme
durgunluğa dönüşecektir.
Ester Boserup (1910-1999)
Nüfusta meydana gelecek herhangi bir artış tarımsal teknolojilerin gelişimini teşvik edecek
ve böylece
daha fazla gıda maddesi üretilecektir.
Ona göre “
nüfus artışı tarımsal değişimin nedenidir, sonucu değil ve başlıca değişim de
arazi kullanılışının yoğunlaşmasıdır”.
Nüfus artışı, böylece, tarımsal kalkınmanın meydana
gelmesini mümkün kılmaktadır.
ÜNİTE 4 OPTİMUM NÜFUS TEORİSİ
Optimum nüfus
bir ülke veya sınırları belirli bir bölge için en elverişli nüfus miktarı demektir.
Optimum nüfus teorisi; nüfus hacmi ve artışının üretimi belirleyen çeşitli faktörler üzerindeki
etkisi göz önünde tutularak, nüfus başına en yüksek verimin nasıl sağlanacağı sorusuna cevap
olarak ortaya atılmıştır. Buna göre kaynaklar sabit tutulduğunda; nüfus miktarı optimum
seviyenin üzerinde seyrederken, kişi başına düşen gelir azalacak, optimum seviyede ise, kişi
başına düşen milli gelir artacak dolayısıyla refah seviyesi artacaktır.
Optimum nüfus
teorisinin genel özelliklerini maddeler halinde inceleyecek olursak şu sonuçlara
varabiliriz:
Araştırmacılar nüfus büyüklüğü-refah düzeyi ilişkisini optimal nüfus büyüklüğü (en uygun nüfus
büyüklüğü) ile açıklamaktadır.
Bu terim, bir ülkenin ekonomik kaynaklarının geçindirebileceği maksimum nüfus büyüklüğü
veya ülkenin nüfus başına üretimin en fazla çoğaltabileceği limittir diye tanımlanmaktadır.

Ancak bu sınırı belirlemek için gerekli olan parametreler oldukça farklı, değişken ve sübjektiftir.
Nüfus büyüklüğü-refah düzeyi ilişkisi üzerinde ülkenin büyüklüğü de kısmi bir rol oynayabilir.
ABD, Rusya, Kanada, Avustralya, Çin, Brezilya, Hindistan gibi.
Ülkenin özel konumu, fiziki coğrafya özellikleri, yer altı kaynakları ve beşeri sermayesi de nüfus
büyüklüğü ve refah düzeyi ilişkisini belirlemesi bakımından önemlidir.
Ülkeleri ekonomik
gelişmişlik seviyeleri bakımından üç kategoriye ayırmamız mümkündür.
1. Gelişmiş ülkeler
2. Gelişmekte olan ülkeler
3. Geri kalmış ülkeler
Gelişmiş ülkeler ekonomik faaliyetler bakımından ele alındığında sanayileşmiş ülkeler olarak
tanımlanır. Sanayi toplumunda temel nüfus özelliklerinin başında nüfus artış hızlarının çok
düşük olduğu belirtilebilir. Bu ülkeler alansal büyüklükleriyle ve iktisadi yapıları itibariyle orantılı
olarak bakabilecekleri nüfusun çok azına sahiptirler. Söz konusu ülkelerin bir kısmında nüfus
artış hızı 0 ve hatta bazılarında eksi değerdedir. Bu ise ülkeler için ileriye dönük tehdit

unsurlarındandır. Dolayısıyla bu ülkelerde optimum nüfusa ulaşmak için nüfus artış hızının
yükseltilmesi öngörülür.
Gelişmekte olan ülkeler ise; sanayi, ticaret, ulaşım, turizm ve zirai faaliyetler gibi pek çok
ekonomik faaliyet dalında gelişmelerini sürdürmekte olan ülkelerdir. Bu ülkelerin genelinde
nüfus artış hızı gelişmiş ülkelere göre nispeten yüksektir. Bu ülkelerin optimum seviyeye
ulaşmaları için hedef hem nüfus artış hızını düşürmek yani uzun vadede nüfus sayısını
azaltmak ve hem de nüfusun niteliğini arttırmak olmalıdır. Nüfusun niteliği, eğitim imkânlarının
artması, iş hayatında profesyonelleşmek ve sosyo- kültürel seviyenin yükseltilmesiyle
gerçekleşir. Bunların uygulanarak yaygınlaşması ise, oldukça uzun ve zorlu bir süreci
kapsamaktadır.
Geri kalmış ülkelerde ise, temel sorun hızlı nüfus artışı ve mutlak nüfus miktarının fazlalığıdır.
Bu ülkelerde doğum oranları yüksek olduğu gibi, ölüm oranları da benzer şekilde yüksektir.
Yaşlı nüfus miktarı düşük, bebek ve çocuk nüfusu yüksektir. Toplam nüfus miktarının yüksek
olduğu bu ülkelerde nüfus artış hızının da yüksek olması nüfusun her yıl daha da artmasına
neden olur. Ülke kaynakları zengin dahi olsa, ülke nüfusuna yeterli gelmemekte ve bu ülkeler
dışa bağımlı hale gelmektedirler. Kaynaklarının çoğu yabancı ülkeler tarafından işletilmekte,
ülke halkı ise dış kaynaklı işletmelerde çoğunlukla işçi olarak çalışmaktadırlar. Bu ülkeler için
optimum nüfus miktarına ulaşmanın en temel yolu, nüfus artış hızının azaltılması ve hatta
sıfırlanmasıdır. Böylece uzun vadede ülkelerin nüfusu azalacak ve kaynakları nüfusa yetecek
hale gelecektir. Aynı zamanda nüfusun niteliğinin de arttırılmasıyla; sanayi, ticaret, madencilik,
turizm ve tarımsal faaliyetler gibi temel ekonomik kollarda ülke halkı söz sahibi olacak, dışa
bağımlılık azalacak ve ülkenin kalkınması uzun vadede gerçekleşecektir.
Gelişmiş ülkelerde yavaş da olsa nüfusun artmaya devam etmesi gerekli midir?
Gelişmiş ülkelerde nüfus, yavaş da olsa artmaya devam etmelidir. Günümüzde gelişmiş ülkeler
olarak nitelendirebileceğimiz Kuzeybatı Avrupa ülkelerinde en önemli sorun nüfus artış
hızlarının çok düşük değerlerde olmasıdır. Norveç, Danimarka, İsveç, Finlandiya, İngiltere,
İrlanda gibi bu kesimde yer alan ülkelerde nüfus artış hızı ortalama % 0,3’dür. Batı Avrupa
ülkeleri olarak nitelendirebileceğimiz; Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya, Avusturya ve
İsviçre’de ortalama nüfus artış hızı % 0,1, İtalya, İspanya, Portekiz, Arnavutluk, Makedonya,
Yunanistan, Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Bosna- Hersek ve Kosova gibi Güney Avrupa
ülkelerinde ise, yıllık nüfus artış hızı % 0’dır.
ÜNİTE 5 DEMOGRAFİK DÖNÜŞÜM KURAMI
1934’te Fransız demograf Adolphe Landry nüfustaki değişimi anlatırken “demografik
devrim
” ifadesini kullanmıştır. Daha sonra, II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle, Amerikalı
demograflar
, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki nüfus artışındaki farkları açıklamak için
demografik geçiş ifadesini benimsediler.
Demografik Döngü; yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarıyla tanımlanan bir
demografik rejimden, doğum ve ölüm oranlarının düşük olduğu bir rejime geçiş olarak
tanımlanır.
Demografik döngü (geçiş) kuramına göre bütün toplumlar doğurganlık ve ölümlülük hızlarının
yüksek olduğu bir evreden, her iki unsurun da çok düşük olacağı bir evreye geçiş sürecini
yaşayacaklardır.

Demografik Dönüşüm Aşamaları
1. Aşama: Geçiş Öncesi / Yüksek Doğurganlık Dönemi
Sanayi öncesi, tarımın ve geleneksel yaşam tarzlarının egemen olduğu toplumların içinde
bulunduğu nüfus gelişim aşamasıdır. Yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarıyla nitelenen
bir demografik rejimden, doğum ve ölüm oranlarının düşük olduğu bir rejime geçiş olarak
tanımlanan demografik dönüşümün ilk aşamasında, doğum ve ölüm oranları oldukça yüksektir.
Geçiş öncesi olarak da tanımlanan bu dönem ortalama yaşam süresinin kısa olduğu genç
nüfuslu bir zaman aralığıdır.Yüksek doğum oranları en belirgin özelliğidir.
2. Aşama: İlk Yayılma / Erken Geçiş Aşaması
Sanayileşmeyle birlikte toplum yavaş yavaş modernleşmeye başlar. Gıda ve sağlık koşulları
iyileşmekte ve aynı zamanda doğum oranları hala yüksek olduğu için toplam nüfusta büyük
artış görülür.Yüksek doğurganlık ve azalan ölümler en belirgin özelliğidir.
İkinci aşama olan erken geçiş evresi; gelişme seviyesinin nispeten arttığı, beslenme
imkânlarıyla birlikte tıbbi ve farmakolojik desteğin daha ulaşılabilir olduğu, ölüm oranının
düştüğü, ancak doğum oranlarının hala yüksek olduğu dönemdir. Bu aşamada doğum oranları
yüksek olduğu için toplumların nüfusları da hızlı bir büyüme sürecindedir.
1. AŞAMA: GEÇ YAYILMA AŞAMASI
En belirgin özelliği doğum oranlarındaki keskin düşüştür. Fark azalmakla birlikte, hala doğum
oranları, ölüm oranlarından yüksektir.Kırdan kente göçlerin hız kazandığı dönemdir.
2. AŞAMA: DÜŞÜK DOĞURGANLIK DÖNEMİ
Bu aşamada doğum ve ölüm oranlarındaki düşüşlerle birlikte toplam nüfus artış oranı da
düşmüştür. Sanayileşmiş toplumların bu aşamada olduğu kabul edilir. Doğal nüfus artışı sıfır
düzeyindedir.
Buna göre;
1. AŞAMA: Yüksek doğum ve ölüm oranları.
2. AŞAMA: Tıp, hijyen ve sağlık alanındaki gelişmelerle ölüm oranları düşer.
Sonuç: Doğum oranları aynı hızla devam ettiği için nüfus artışı hızlanır.
3. AŞAMA: Daha sonra doğum oranları da düşer.
Sonuç: Doğal nüfus artış hızı zayıflar.
: 4. AŞAMA: DG’in tamamlanması: Düşük doğum ve ölüm oranları.
Buna göre, nüfus artış eğrisi, 2. aşamada hızlanır, 3. aşamada yavaşlar ve 4. aşamada azalır.
KISACA AŞAMALAR ŞU ŞEKİLDE ADLANDIRILABİLİR
1. AŞAMA: GEÇİŞ ÖNCESİ /YÜKSEK DOĞURGANLIK DÖNEMİ
2. AŞAMA: İLK YAYILMA/ ERKEN GEÇİŞ AŞAMASI

3. AŞAMA: GEÇ YAYILMA AŞAMASI
4. AŞAMA: DÜŞÜK DOĞURGANLIK DÖNEMİ
DÜNYADA DEMOGRAFİK GEÇİŞ
Demografik geçiş kuramcıları, modernleşme, sanayileşme ve kentleşmeyle beraber her ülkenin
aynı demografik evrimi izleyeceğini ancak her ülkenin bunu farklı zamanlarda yaşayacağını
iddia ederler.
Buna göre, Demografik Geçiş 1. Önce Avrupa ve Kuzey Amerika’da
2. Sonra Asya ve Latin Amerika’da (Çin, Hindistan, Endonezya, Brezilya, Meksika, vb)
3. ve en son, Sahraaltı Afrika ülkelerinde gerçekleşir.
Her bir ülkede farklı şekilde gerçekleşen demografik geçiş süreçleri farklıdır.

ÜNİTE 6 TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK DÖNÜŞÜMÜ
Yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarıyla nitelenen bir demografik rejimden, doğum ve
ölüm oranlarının düşük olduğu bir rejime geçiş olarak tanımlanan
demografik dönüşümün ilk
aşaması
nda, doğum ve ölüm oranları oldukça yüksektir. Geçiş öncesi olarak da tanımlanan
bu dönem ortalama yaşam süresinin kısa olduğu genç nüfuslu bir zaman aralığıdır.
İkinci
aşama
olan erken geçiş evresi; gelişme seviyesinin nispeten arttığı, beslenme imkânlarıyla
birlikte tıbbi ve farmakolojik desteğin daha ulaşılabilir olduğu, ölüm oranının düştüğü, ancak
doğum oranlarının hala yüksek olduğu dönemdir. Bu aşamada doğum oranları yüksek olduğu
için toplumların nüfusları da hızlı bir büyüme sürecindedir. Demografik döngüde
üçüncü
aşama
geç geçiş evresidir. Bu süreçte ölüm oranlarıyla birlikte doğum oranlarının da azalma
eğilimindedir. Daha dengeli nüfus artışının yaşandığı bu evre, genel olarak sosyal ve ekonomik
bakımdan hızlı gelişme aşamasında olan ülkelere özgü profili yansıtmaktadır.
Dördüncü ve
son proses
ise doğum ve ölüm oranlarının çok düşük olduğu geçiş sonrası evreyi temsil
etmektedir TUİK verilerinden derlenen nüfus bilgilerine göre
Türkiye’de yukarıda bahsi
geçen demografik dönüşüm aşamalarından üçüncüsü
nün yaşanmakta olduğu
görülmektedir.
Türkiye
ölüm miktarlarındaki değişim incelendiğinde 2001 yılından itibaren dikkat çekici bir
artış olduğu görülmektedir. 2001 yılında 153 757 olan toplam ölüm miktarı 2010 yılından %
138,2 oranında artarak 366 357’e ulaşmış, 2017 yılında ise bu değer % 16,1 oranında artış
göstererek 425 781’e çıkmıştır.
Türkiye’de toplam
doğum sayısı 1950- 1980 yıllarında % 70, 1980-2010 yılları arasında % 19
ve 2010- 2017 yılları arasında ise % 2,3 oranında artmıştır. TÜİK 1 Şubat 2019 temel
demografik verilerine göre; 2001 yılında ‰ 20,3 olan kaba doğum hızı 2010 yılında ‰ 17,2 ve
2017 yılında ise ‰ 16,1’e düşmüştür. Benzer şekilde genel doğurganlık hızı 2001 yılında ‰
82,7 iken 2010 yılında ‰ 72,8 ve 2017 yılında ise, 69,5’e düşmüştür.

ÜNİTE 7 NÜFUS PROJEKSİYONLARI
Nüfus projeksiyonları
diğer bir ifadeyle nüfus tahminleri, bir takım veriler kullanılarak nüfus
hakkında geleceğe dair öngörüde bulunmaktır.
Nüfus projeksiyonları; mevcut nüfus eğilimlerinin devam etmesi veya benzer süreçleri daha
önce yaşamış ülkelerin eğilimlerinin analiz edilerek bu eğilimlerin yansıtılması durumunda
nüfusun gidişatını gösteren bir uygulama olarak kabul edilir.
Nüfus projeksiyon çalışması,
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) ile Nüfus ve
Sağlık Araştırması sonuçlarına göre
yapılır. Projeksiyon çalışmaları kayıt sistemlerinden
elde edilen doğum ve ölüm verilerinde meydana gelen gelişmeler ve ADNKS’den elde edilen
göç istatistikleri serisi oluşturularak ulusal ve uluslararası ihtiyaçları karşılamak amacıyla
güncellenir.
Nüfus projeksiyonu çok genel tabiriyle,
gelecekteki nüfusun tahmin edilmesi işlemidir.
Nüfus projeksiyonlarında sıklıkla kullanılan
iki terim vardır. Bunlar; interpolasyon ve
extrapolasyon
’dur.
Geçmiş iki sayımdan yararlanıp ara bir yıldaki nüfus değerini hesaplamak istenirse bu işleme
interpolasyon adı verilir (Sayımlararası tahmin). Daha önceki sayım bilgilerinin kullanılarak
bir sayımı izleyen tarihe ait nüfus değerlerinin tahminine ise
ekstrapolasyon adı verilir (Sayım
sonrası tahmin
).
Enterpolasyon ve ekstrapolasyonu şu şekilde açıklamamız daha verimli olacaktır.
Yurdumuzda ilk resmi ve düzenli sayımlar 1927 yılında yapılmaya başlanmıştır. 1927’den
sonra düzenli olarak 1935- 1940- 1945- 1950- 1955- 1960- 1965- 1970- 1975- 1980- 1985-
1990- 1995- 2000’e kadar
5 yıllık, 2007 yılından itibaren ise ADNKS’den yıllık olarak veriler
güncellenmektedir. 1940 ile 1945 yılına ait verilerimiz var ise, ve biz şayet 1943 yılına ait nüfus
tahmininde bulunuyorsak buna
interpolasyon adı verilir. Başka bir örnek; 1945, 1950 ve 1965
yıllarına ait verileri kullanarak 1963 yılına ait nüfus tahmin değerinin bulunması
interpolasyon
olarak tanımlanır.
Ekstrapolasyon ise, örneğin 1955 yılına ait nüfus değerlerinin kullanılarak 2035 yılına ait
nüfus değerinin tahmin edilmesidir. Başka bir ifadeyle, tahmin edilecek değer serideki verilerin
arasına düşüyorsa interpolasyondan, dışına düşüyorsa ekstrapolasyondan bahsedilir. Meselâ
1950, 55 ve 60 yılları nüfus sayılarından 1953 nüfusunun tahmini interpolasyon. 1962
nüfusunun tahmini ekstrapolasyon'dur.
Nüfus projeksiyonları için bir takım verilere ihtiyaç duyulur;
1- Yaşa özel doğurganlık hızları, toplam doğurganlık oranları
2- Bebek- çocuk ölüm oranları
3- Yaşa göre ölüm oranları ya da hayatta kalma oranları
4- İncelenen yerleşim biriminin aldığı ve verdiği göçün yaş ve cinsiyete göre değişimi

5- Yaş gruplarına ve cinsiyete göre nüfus değerleri
Nüfus tahmin ve projeksiyonlarını dayandıkları yöntem, kullanılan veriler ve
varsayımların farklılığına göre ana hatlarıyla üç grupta toplamak mümkündür.
a.
Matematik yöntemler yardımıyla yapılan nüfus tahminleri,
b. Demografik unsurlara göre nüfus projeksiyonları,
c. Ekonomik yöntemler yardımıyla yapılan nüfus projeksiyonları,
ARİTMETİK ARTIŞ YÖNTEMİ
Örnek-1: 1985 yılı nüfusu 10000 ve 1990 nüfusu 11000 olan bir yerleşim yerinin 2020 yılındaki
nüfusunu Aritmetik artış yöntemine göre bulunuz.
ti= 1985 ts=1990 tg= 2020 Ni = 10000 Ns = 11000 Ng=?
Örnek- 2: Nüfus sayım değerleri tabloda verilen kasabanın nüfus artış hızını ve 1990 yılından
itibaren 33 yıl sonraki nüfusunu aritmetik artış yöntemine göre bulunuz.
1990+33= 2023
Türkiye’de ana senaryo, yüksek senaryo ve düşük senaryo olarak tanımlanan üç farklı tipte
çalışmalar yapılmaktadır. Ana senaryo, nüfus projeksiyonlarında kullanılmış olan temel
senaryodur. Yüksek senaryo, ana senaryodan daha yüksek, düşük senaryo ise ana
senaryodan daha düşük doğurganlık varsayımlarına sahiptir. Her iki senaryoda da aynı
zamanda uluslararası net göç varsayımları da kullanılmıştır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.