Type Here to Get Search Results !

Türkiye Tarım Coğrafyası Ünite 1-7 Özet

 1

TÜRKİYE TARIM COĞRAFYASI 1-7 ÖZETİ
1.BÖLÜM
TARIM:
İnsanların çeşitli yol ve yöntemlerle toprağı işlemek sureti ile bitkisel ürün elde etmesidir.
İnsanların toplayıcılık devresini kapatıp yerleşik hayata geçmesinin başında gelir.
‘ Tarımsal Üretim ‘ hızla gelişen teknolojik ve sosyal değişimlere rağmen önemini korumaya devam eder.
Tarımsal faaliyetler ilk defa ‘’Orta İklim Kuşağı’nda (özellikle Mezopotamya denilen Ortadoğu’da) ortaya
çıkmıştır.
‘Anadolu’ tarımsal faaliyetlerin ilk olarak geliştiği mekanlardandır.
Tarımsal üretim alanında zamanla yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımlar şu şekildedir:
1. Sürdürülebilir Tarım :
“İnsan ile doğa arasında denge kurarak doğal kaynakları tüketmeden, gelecek nesillerin ihtiyaçlarının
karşılanmasına imkân verecek şekilde bugünün ve geleceğin programlanması”
2. İyi Tarım Uygulamaları :
“Çevre, insan ve hayvan sağlığına zarar vermeyen bir tarımsal üretimin yapılması, doğal kaynakların korunması,
tarımda izlenebilirlik ve sürdürebilirlik ile gıda güvenliğinin sağlanması amacıyla yapılan tarımsal üretim modeli”
Asıl amaç yeteri kadar üretim yapma yanında doğal kaynakların da korunmasıdır.
3. Hassas Tarım :
“Toprağın ekime hazırlanmasından hasada kadar bitkisel üretimin hemen her döneminde, elektronik, bilgisayar ve
veri tabanı ile hesap bilgisini biraraya getirerek oluşturulan geliştirilmiş bilgi ve kontrol sistemlerinin kullanılması”
Temel hedef teknolojide faydalanarak üretimi maksimuma, riskleri ise minimuma indirmektir.
4. Organik (Ekolojik) Tarım :
“Kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimi”
5. Seracılık ( Örtü altı Üretim ) :
Doğal ortamdaki hava koşullarının olumsuz yönlerinin bertaraf edilmesi maksadıyla örtüaltı üretimi
(seracılık) devreye girer
6. Topraksız Tarım :
“Her türlü tarımsal üretimin durgun veya akan besin eriyiklerinde veya besin eriyikleriyle beslenmiş katı
ortamlarda gerçekleştirilmesi”
Bu yöntemde temel amaç toprak örtüsünün olmadığı veya zayıf olduğu yerlerde tarımsal üretimi imkân dâhiline
sokmaktır.
Tarım Coğrafyası : “Dünya tarımsal üretim alanlarını, tarımsal üretimi etkileyen faktörleri, tarımsal üretim metodlarını,
tarımsal ürünlerin dağılış özellikleri ile tarımın sosyal yapı ve genel ekonomi üzerindeki etkilerini inceleyen coğrafya alt bilim
dalı”
Tarımsal gelişmeler sonucu:
Sürekli hareket etme zorunluluğu ortadan kalkmış,
İhtiyaç duyulan bitkisel besinlerin elde edilmesinin ötesinde, ihtiyaç fazlası üretimin gerçekleştirilmesine olanak
tanınmış
Geleceğe yönelik gıda depolama imkânı ortaya çıkmıştır.
Sürekli göç etmenin zamanla ortadan kalkması sonucu:
Yaşanılan alanda barınma ihtiyacına yönelik yapıların inşa edilmesini gerekli kılmış,
Başlangıçta iptidai meskenlerden oluşan yerleşmeler günümüzde Metropol veya Megapol adı verilen devasa
şehirlere kadar uzanan çeşitli büyüklükte yerleşme ünitelerinin oluşturulmasına zemin hazırlamıştır.

2
Başlangıçta çok ilkel aletlerle (çubuk, sopa vb. yardımıyla) gerçekleştirilmeye çalışılan tarımsal üretim, ilerleyen
dönemlerde çapa ve saban gibi aletlerin icat edilmesi ve üretim tekniklerinin bulunmasıyla yeni bir boyut kazanmış ve daha
sistematik olarak uygulanabilir bir niteliğe bürünmüştür.
Coğrafi konumu, iklim ve bitki örtüsü, verimli toprak ve su kaynakları, insanların
Anadolu yarımadasını tarihsel sürecin her
döneminde
neredeyse kesintisiz bir şekilde yerleşim alanı olarak seçmesine vesile olmuştur.
NEOLİTİK ÇAĞ ( MÖ 8000 – 5500 ):
Bu dönemde, Paleolitik dönemin toplayıcılık ekonomik sistemi ve mağara kullanımı yerleşim tarzının yerini
tarımsal ürün elde etme ve hayvan besleme”nin almaya başladığı görülmektedir.
Anadolu’nun yerleşim tarihi ve tarımsal üretim geçmişine ışık tutan bir diğer kanıt ise Burdur yakınlarındaki hacılar antik
yerleşim alanıdır. Adı geçen alanda yapılan karbon 14 ölçümlerine göre yerleşmenin M.Ö.7040 sıralarında meydana
getirilmiş olduğu belirlenmiş, burada yapılan kazılar sonucunda da buğday, arpa ve mercimek kalıntıları bulunmuştur
KALKOLİTİK ÇAĞ ( MÖ 5500 – 3000 ):
Her iki malzemenin birarada kullanılması nedeniyle bilim adamlarınca taş ve maden çağı anlamına gelen
“Kalkolitik” adı verilen çağda, hayvancılık ve tarımsal üretim daha güvenli bir ortamda gerçekleştirilmeye
başlandığından avcılık faaliyeti büyük ölçüde önemini yitirmiş görünmektedir.
ERKEN TUNÇ ÇAĞI ( MÖ 3000 – 2500 ):
Bu evrede Anadolu, tunç aletlerin çok yaygın olmadığı, daha çok kalkolitik çağın sadece tarıma dayalı “köy
kültürü”
nü sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.
ORTA TUNÇ ÇAĞI ( MÖ 2500 – 2000 ):
Bir parlak dönem yaşamış, bu sırada icat edilen ve sonraları dünyada sanayileşme ve endüstrileşme atılımının ilk
adımı olan çömlekçi çarkı dönemin en önemli buluşu olmuştur.
Tarımsal ve hayvansal ürünlerin dış ticarette en etkili ve kıymetli materyal olduğu bu dönemlerde Anadolu’da Hitit
Medeniyeti
(M.Ö.2000–1200) ortaya çıkmış ve gelişmiştir.
HİTİT MEDENİYETİ ( MÖ 2000 – 1200 ):
Daha fazla ve kaliteli ürün elde edilmesine yönelik önemli faaliyetler yürütülmüş, bu amaç doğrultusunda sulamalı
tarım sistemleri
ortaya konulmuştur.
Hitit döneminde tarımsal üretim bakımından gerçekleştirilen bir diğer düzenleme ise mülkiyet sistemi konusunda
olmuştur.
URARTU DEVLETİ ( MÖ 860 – 560 ):
Doğu Anadolu Bölgesini oluşturan kesimde yer almış
M.Ö. 9. yüzyıl ortalarından itibaren bölgede uzun süre hâkimiyet kurmuş olan Urartular, bölgede tarım ve
hayvancılık ekonomik ağırlıklı bir medeniyetin oluşmasını sağlamıştır.
Çavuştepe’de yapılan kazılar sonunda, bu dönemde açıldığı belirlenen, bahçe ve tarlaları sulamakta kullanıldığı
anlaşılan bir
su kanalının bulunması bunun en önemli delili sayılmaktadır
FRİG DEVLETİ ( MÖ 750 – 300 ):
Tarımsal üretime ilişkin kanunlar düzenlenmiştir.
Özellikle saban kırmanın veya öküz öldürmenin ölüm cezasıyla cezalandırılması tarımsal üretime verilen değeri
açık bir şekilde ifade eder niteliktedir.
Ege bölgesinde hâkimiyet sahibi olmuştur.
Kuzey ve kuzeybatı Anadolu’da Hititler,
3
Doğu Anadolu’da Urartular
Ege’de Frigler , Lidyalılar
LİDYA DEVLETİ:
Ege Bölgesinin verimli topraklarını iyi değerlendiren bir topluluk karakterini göstermiştir.
Başta üzüm ve zeytin olmak üzere, tahıl türleri ve diğer birçok tarımsal ürünün yetiştirilmesine zemin hazırlamıştır.
ROMA DEVLETİ ( MÖ 30 – MS 395 ):
Anadolu’nun hemen bütününü hâkimiyeti altına almış bulunan Roma döneminde Anadolu, dünyanın en gelişmiş
ve refah düzeyi yüksek sahalarından bir olmuştur.
Tarım faaliyetleri daha da ileriye taşınmış, elde edilen tarımsal ürünler oldukça iyi organize edilmiş yol şebekeleri
vasıtasıyla hem güneye ve hem de batıya dünyanın başka bölgelerine gönderilmiştir.
Anavatanı Anadolu toprakları olan birçok ürün yeryüzünün diğer bölgelerine yayılmıştır.
Bizans döneminde Anadolu’nun (özellikle kırsal alanın ve tarımın) içine düştüğü olumsuz koşullar Selçukluların bu
sahalarda egemenlik kurmalarıyla yavaş yavaş değişmeye ve gelişmeye başlamıştır.
SELÇUKLU TÜRKLERİ ( MS 1071 – 1299 ):
Göçebe bir hayat tarzına sahip ve temel uğraşıları büyük ölçüde hayvancılık olan Selçuklu Türkleri, Anadolu’ya
akınları sırasında sahip oldukları yaşam şeklini ve üretim yöntemlerini de beraberinde getirmişler
Özellikle idare merkezi olan Konya ve çevresindeki ovalarda, birtakım bendler yapılmak suretiyle sulamalı tarım
faaliyetleri geliştirilmiş
, tahıl üretimi başta olmak üzere çeşitli tarımsal ürün (pamuk ve çeşitli meyveler) üretimi
gerçekleştirilmiştir
.
OSMANLI İMPARATORLUĞU ( MS 1299 – 1923 ):
Osmanlı devletinin kuruluş ve gelişme dönemlerinde tarımsal üretimde sistemli bir yapının oluşturulmuş olması,
üreticileri zor durumda bırakabilecek vergilerin uygulanmasından kaçınılması, tarım-hayvancılık faaliyetlerinde bir
denge sağlanması
uzun süre kırsal alanda belirgin sorunların yaşanmasını engellemiştir.
Yine bu dönemde tarımsal faaliyetlerinin ülke ekonomik hayatındaki önemi nedeniyle toprakların kesintisiz
işletilmesi için bir takım tedbirler alınmış, bu kapsamda köylerini veya arazilerini terk eden çiftçilerin tekrar
köylerine döndürülmesi uygulaması geliştirilmiştir.
Osmanlı devletinin genişleme döneminde en eski faaliyet alanı olan hayvancılık, hüküm sürülen hemen her
bölgede gerçekleştirilirken, çeşitli meyve ve sebze üretimi ise genellikle şehir ve kasabalara yakın kesimlerde,
sulama imkânı olan sahalarda yaygın olarak gerçekleştirilmiştir.
Tarımsal faaliyetlerin devlet ekonomisinde önemli yer tuttuğu Osmanlı İmparatorluğunda, bu önemine bağlı
olarak birtakım yasalar geliştirilmiş
Üretim, sulama, vergi vb. konuları kapsayan yasal düzenlemelerin en dikkat çekici olanları mülkiyet sistemiyle ilgili
olanları teşkil etmiştir. Belirtilen sistemde sahip olunan veya zapt edilen topraklar doğrudan doğruya devletin malı
sayılmış ve bu toprakların dağıtımı, işlenmesi veya kullanılmasında padişah tek yetki sahibi kabul edilmiştir.
Devlet sahip olduğu toprakların işletilmesini düzenleyerek buralarda elde edilen ürünlere karşılık vergi toplanması
esası getirmiş,
mir-î arazi sistemi adı verilen bu işletme sisteminde toprakların cinsi, genişliği ve özelliğine göre
birtakım kategoriler belirlenmiştir.
Sadece toprağı işleten ve bundan dolayı vergi alınan değil, aynı zamanda köylüyü her türlü doğal ve toplumsal
tehlikelere karşı da koruyan ve gerektiğinde çiftçilere tohum ve hayvan desteği sağlanan bir sistem niteliğinde
olan
mir-î arazi sistemi, toprağı kiralayan ve işleyen çiftçiye (reaya) tanınan haklar bakımından da Osmanlı toprak
düzeninde en önemli konulardan biri olmuştur.
Arazi sisteminde toprağını nadas dışında 3 yıl üst üste işlemeyen çiftçiden “çift bozan” veya “leventlik akçesi” adı
altında toprağın boş kalmasından doğan zararları ödemek için vergi alınmıştır.
Mir-î arazi sisteminde meydana gelen olumsuzluklar devlet işleyişini doğrudan etkilemiş ve tarım sektörü devlete eskisi
kadar verimli bir katkı yapamaz duruma gelmiştir.
19. yüzyıl başlarında Osmanlının kırsal alana yönelik en belirgin faaliyetleri:
4
Bir yandan üretim düzenleri bozulan köylü nüfusunun hareket haline geçmesi
Diğer taraftan kaybedilen topraklardan büyük nüfus kitlelerinin Anadolu’ya akını beraberinde çabaların
sıklaştırılmasını da getirmiş
Bir yandan göçer hale gelen nüfusun yerleşik hale getirilmesi
Diğer taraftan göçle gelen nüfusun uygun alanlara yerleştirilmesini teşkil etmiştir.
Devletin genel işleyişinin yanında kırsal alana ilişkin
bu düzensiz ve arızalı yapı en şiddetli haliyle Tanzimat dönemine kadar
devam etmiş
, Tanzimat Fermanıyla (1839) yeni düzenlemeler getirilmeye çalışılmıştır.
Tanzimatla birlikte tarımsal üretimin daha sağlıklı ve verimli yapılabilmesi için eğitim alanında yeni düzenlemeler
yapılmış,
ilk ziraat okulu bu dönemde (1846) açılmıştır.
1847 yılında çıkarılan ve toprağın miras yoluyla sadece babadan oğula değil aynı zamanda kız evlatların da
mirastan pay sahibi olmasını getiren bir tebliğ
, Anadolu’da tarımsal işletmelerin parçalanması ve küçülmesinin
başlangıç noktasını oluşturmuştur.
1923 yılında İzmir’de İktisat Kongresi düzenlenmiş, adı geçen kongrenin kararları içinde tarımsal üretimi
doğrudan ilgilendiren
tekel idaresinin kaldırılması, aşar vergisinin kaldırılması, lüks ithalattan kaçınılarak yerli
üretimin geliştirilmesine çalışılması
gibi kararlar alınmış, bu kararlar doğrultusunda 1925 yılında aşar vergisi
kaldırılmıştır.
2. BÖLÜM
Toplam alanı 510 milyon km² olan dünya yüzeyinin ancak % 3’ünün sürekli ürün elde edilen tarım arazisi
niteliğindedir.
Türkiye’nin bir
tarım ülkesi olması beraberinde yeni bir kavramsal tanımlamayı da getirmiştir. Bu tanım “kendi kendine
yeten ülke”
kavramıdır.
“Kendi barındırdığı nüfusun tüketim ihtiyacına yetecek veya bu ihtiyaçtan fazlasını elde edecek kadar tarımsal
üretim yapma” anlamına gelebilecek bu durumun Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan itibaren uzun süre
gerçekliğinin koruduğu söylenebilir.
Günümüz dünyasında yaşanan en büyük problemlerden birisi yetersiz ve dengesiz beslenmedir.
Besin üretim ve dağılımının dengesiz bir yapı göstermesi,
Bilgisizlik,
Jızlı nüfus artışı,
Ekonomik güçsüzlük
Çevrenin bozulmasına bağlı olarak ortaya çıkan beslenme sıkıntıları her geçen yıl artmaya devam etmektedir.
Beslenme sıkıntısı yaşanan ülkelere bakıldığında, iklim şartlarının olumsuz olduğu ve buna bağlı olarak ekonomik
gelişimlerinin çok düşük seviyede kaldığı görülmektedir.
Güney Amerika'nın Ekvatoral ve Savan iklim bölgeleri,
Orta Asya'nın kurak ve yarı kurak iklim bölgeleri
Özellikle Afrika'nın Ekvatoral, Savan ve Çöl iklim bölgeleri bu çerçevede değerlendirilebilir
Beslenme konusunda ileri derecede imkânlara sahip ülkeler
Genelde orta kuşağın ılıman iklim bölgelerinde toplanmışlardır.
Kuzey Amerika'da ABD ve Kanada,
Batı Avrupa ülkeleri,
Akdeniz ülkeleri
Avustralya bu kapsamda değerlendirilebilir.
Aynı zamanda bu ülkeler iktisadi bakımdan da gelişmiş ülkeler niteliği taşımaktadır.

5
Dünya nüfusundaki hızlı artışla birlikte yeterli ve güvenli gıdaya ulaşmada yaşanan sorunların gelecekte daha sıklıkla
gündeme geleceği açık bir şekilde görülmektedir.
Tarım faaliyetlerinin modern metotlarla yapıldığı ülkelerde
Birim alandan alınan verim yüksek olduğu için açlık ve beslenme zorluğu gibi sıkıntılar yaşanmamaktadır.
Bu ülkeler ayrıca ihtiyacından fazlasını üretebildiği için tarım ürünü ihracatı da yapabilmektedirler.
Dünya tarım ihracatından büyük paylar alan ülkeler ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerdir.
Geri kalmış ülkeler ise kendi ihtiyacını bile karşılayamamakta ve önemli oranda diğer ülkelere bağımlı
kalmaktadırlar.
Genel ekonomik seviyeleri belirli bir düzeyin üzerinde olan ülkeler tarımsal ticarette talep konusunda daha seçici bir
konuma sahip olabilirken, genel ekonominin zayıf olduğu ülkelerde ise, ihtiyaç olmasına rağmen dış alımın
gerçekleştirilmesinde büyük sıkıntılar yaşandığı görülmektedir.
Sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan makineleşme insan gücüne dayalı tarımsal üretimin büyük ölçüde değişmesine yol
açmıştır.
Tarımda makine kullanımı, çok sayıda insanın gücüyle daha uzun sürede yapılan bir işlemin daha kısa sürede daha az
emek harcanarak yapılmasına imkân sağlasa da,
Özellikle tarım dışı ekonomik sektörler bakımından gelişmemiş olan ülkelerde makineleşmeyle birlikte atıl kalan
işgücünün oluşması ve bu nüfusun yaşadıkları sahalarda yeteri kadar gelir elde edememeleri nedeniyle şehirsel
merkezlere göç etmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Bu durum vasıfsız tarım işçilerinin şehirlerde güç durumlarla karşı karşıya kalmalarına sebep olduğu gibi, birçok
başka sosyo-kültürel sonunun da ortaya çıkarmasına neden olmaktadır.
Ekonomileri gelişmiş ülkelerde tarımda çalışan nüfusun genel işgücüne oranı daha düşük düzeylerde kalırken, ekonomik
açıdan gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerde bu oran yüksek bir değer göstermeye devam etmektedir.
Ülke içinde gerçekleşen ticaret sonucu elde edilen
katma değer yine ülke içinde kaldığından genel ekonomide belirgin
değişimlere sebep olmazken, tarımsal ürünlerin ihracatından elde edilen gelir ülke milli ekonomilerine önemli etkide
bulunmaktadır.
* Dünya toplam dış ticaretinin %7 civarındaki bir bölümünü tarım ürünleri ticareti teşkil etmektedir.

6
Dünya Tarımsal Ürün Ticaretinde Ülkelerin Payı (FAO 2011)
Dünya tarım ihracatından yeterli payı alamayan ülkeler,
İklim şartlarının tarıma elverişli olmadığı veya nüfusun fazla olduğu ülkelerdir.
Türkiye %1,1’i bulan oranı ile tarım alanları kendinden çok daha az birçok ülkenin gerisinde kalmıştır. Bu durum ülkemizde
tarımda istenilen düzeyde verim alınamadığının bir kanıtı niteliğindedir.
Dünya'nın en önemli tarım ithalatçısı ülkeler dünyanın en büyük tarım ihracatçı ülkeleridir. Bu durum sözü edilen
ülkelerin iklim şartlarından dolayı bazı tarım ürünlerini yeterince yetiştiremediğini ve ihtiyacını ithalat yoluyla
karşıladığını göstermektedir.
Nüfusun kalabalık olması ve özellikle yaşam standardının yüksek olması bu ülkelerin tarım ürünü ithalatının fazla
olmasına zemin hazırlamaktadır.
Dünya tarım ithalatından çok küçük paylar alan ülkeler ise, tarım ürünlerine ihtiyaç duyan fakat alım gücü düşük ülkelerdir.
Bu ülke grubunda büyük bir bölümüyle Afrika ülkeleri yer almaktadır.
Genel ekonomileri büyük ölçüde tarımsal üretime dayanıyor olmakla birlikte, adı geçen ülkeler grubu dünya tarım
ihracatında önde gelen ülkeler arasında yer almamakta
Yine ekonomik düzeyin düşük olması nedeniyle de dünya tarımsal ithalatında da herhangi ciddi bir paya sahip
olamamaktadırlar.
İhracat yönünde ABD’nin, ithalat yönünde ise Çin’in ilk sırada yer aldığı tabloda,
ABD’nin dış satımının dış alımından daha fazla olduğu, dolayısıyla tarımsal dış ticaret açısından net dış satımcı bir
ülke özelliği taşıdığı görünmektedir.
Çin’in ise net dış alımcı bir ülke olduğu anlaşılmaktadır.
İhracat yönünde yer alan 25 ülkeden sadece,
Çin, İtalya, İngiltere, Meksika ve Avusturya'nın İhracatı ithalatından az olduğu
için
net dış alımcı olurken diğerlerinin ihracatı daha fazla orandadır.
7
Bu çerçevede Türkiye’nin durumuna baktığımızda, belirtilen verilere göre tarımsal dış ticaret açısından ülkemizin daha
ziyade
dış satımcı bir ülke olduğunu görmekteyiz.
Ülkemiz dünya tarımsal ihracatında 22’inci sırada, buna karşılık ithalatta dünyanın 24’üncü ülkesi durumunda
bulunmaktadır.
Tarım sektörü, sanayi başta olmak üzere diğer sektörlere göre daha düşük katma değer yarattığından, ekonomik yatırımlar
içinde daha az pay ayrılması sıkça rastlanan bir husustur.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden bir olan
ABD’de genel bütçenin %1,2’sini (2015 yılı) tarımsal alana ayrılırken, Avrupa
Birliğinde bu oran 2014-2020 bütçe dönemi için %39
olmuştur. Türkiye ise bütçesinin %2’sini (2017 yılı) tarım sektörüne
ayırmıştır.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve TÜİK 2014 yılı verilerine göre Türkiye, dünya tarımsal üretimi
çerçevesinde 15 üründe dünyada ilk üç ülke arasında yer almaktadır.
Belirtilen kapsamda fındık, kiraz ve incir, üretiminde ülkemiz dünyada 1. Sıradadır.
Kavun, kayısı, karpuz, hıyar ve haşhaş (Tohum) üretiminde 2. Sıradadır.
Mercimek, antepfıstığı, ayva, vişne, kestane, biber ve taze fasulye üretiminde ise dünyada 3. sırada yer
almaktadır.
3. BÖLÜM
Topografik özellikler
tarımsal faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde önemli bir role sahiptir.
Bu çerçevede tarım faaliyetlerinin arazinin düz veya eğimli olması yanında yükseltisiyle de yakından ilgisi vardır.
Topografik özeliklerden yükselti tarımsal faaliyetleri doğrudan veya dolaylı yollardan etkilemekte, bu etki bazen
yükselmeyle birlikte iklim şartlarında meydana gelen değişimler bazen de bakı şartlarıyla ilgili olabilmektedir.

8
Bakı şartları ise, özellikle dağlık sahanın kuzey ve güneye bakan yamaçları arasında ortaya çıkan güneşlenme,
rüzgâra maruz kalma gibi nedenlerle tarımsal üretim açısından farklı koşulların ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Yurdumuzun doğu kesimleri bütünüyle yüksek bir topografik özellik ortaya koymaktadır. Ülkenin en yüksek noktaları da
yine bu bölgede yer almış bulunmaktadır.
Türkiye’nin güneydoğu kesimi üç temel morfolojik üniteyi bünyesinde barındırmaktadır. Bunlar:

I.
II.
III.
Bölgenin kuzeyinde Toros sıradağlarının doğu kolu,
Sınıra yakın kesimlerdeki
ova sahaları
Bu iki ünite arasındaki plato sahları olarak ayırt edilebilir.

Yurdumuzda yaygın olarak karşılaşılan topografik ünitelerden Ovalar:
Genel yüzölçümünde az yer kaplamakla birlikte,
Tarımsal açıdan en önemli sahaları teşkil etmektedir.
Delta ovaları, kıyı ovaları, vadi tabanı ovaları, taşkın ovaları, tektonik çöküntü ovaları, dağ eteği ovaları, eski göl
tabanı ovaları ve karstik ovalar gibi kavramlarla ifade edilen ova tiplerinin hemen hepsi ülkemizde yer almakta ve
tarımsal açıdan önemli potansiyel alanları durumunda bulunmaktadırlar.
İster kıyıda veya içeride olsun,
ova sahaları tarımsal üretimin en verimli olarak gerçekleştirildiği sahaların başında
gelmekte
ve bu alanlar bakım şartları gereği gibi yapıldığında yüksek kalite ve miktarda ürün elde etmeyi mümkün
kılmaktadırlar.
Türkiye’nin topografik özellikleri konusunda ilk göze çarpan konu ülkemizin bir bütün olarak yüksek bir saha karakteri
göstermesidir.
Dünya genel ortalaması : 700 m
Türkiye genel ortalaması : 1130 m
Asya kıtası ortalaması : 1050 m
Avrupa kıtası ortalaması : 330 m
Yükselti arttıkça tarımsal faaliyetler hem yoğunluk hem de çeşitlilik kaybetmekte, hatta belirli bir yükselti kademesinden
sonra artık ekip biçme faaliyetleri göze çarpmamaya başlamaktadır.
Yükselti artışına paralel olarak yıllık yağış miktarlarının azalması bitki gelişme devresinin kısalması, don olaylarında
ekstremlerin sıklıkla görülmesi ve böylece doğal çevre şartlarının kısırlaşması, tarımsal üretimi büyük ölçüde
sınırlandırıcı bir rol oynamaktadır.
Özellikle 2000 m. üzerindeki sahalarda şiddetli karasallığa dayanıklı ürünler olarak bilinen tahılların bile ekonomik
olarak yetişme imkânı bulamadığı izlenmektedir.
Türkiye yükselti kademeleri ve oranları
Türkiye’nin ancak % 10’unu teşkil eden 0–250 m. seviyesi, ülke genel yüzölçümünde düşük oranlarda bir saha kaplamakla
birlikte
ekonomik faaliyetlerin gerçekleştirilmesi bakımından en değerli yöreleri teşkil etmektedir.
9
Türkiye’de eğim değerleri oldukça yüksek oranlarda bulunmaktadır.
Bu eğim şartlarına göre Türkiye’de, bazı toprak koruma önlemleri almak şartıyla, % 20 civarında arazinin devamlı
olarak tarıma uygun
olduğu görülmekte, geriye kalan arazilerin ise otlak ve orman alanlarına dâhil olması
gerektiği anlaşılmaktadır.
Türkiye Eğim Değerleri
Eğim şartları Türkiye’de sosyal ve ekonomik hayat üzerinde son derece etkili olan bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkede yaşayan insanların temel faaliyetlerini sınırlayıcı bir etkide bulunan eğim faktörü ;
Tarım faaliyetlerinde, Toprak kullanım zorlukları, Makinelerin kullanılamaması, Toprak kaybı gibi sorunların
yanında yol yapımında yaşanan güçlükler, Sık sık heyelanların yaşanması nedeniyle ulaşımda birtakım güçlükleri
beraberinde getirmekte, Üretilen ürünlerin zamanında ve kolaylıkla pazarlara ulaştırılmasında zorluklara neden
olmaktadır.
Yurdumuzda 4 temel ve bu temel iklim özelliklerinin yaşandığı bölgelerdeki yöresel farklılıklar nedeniyle de geçiş tipi olmak
üzere birtakım farklı iklim özelliklerinin açık bir şekilde yaşandığı görülmektedir.
Bu iklim tiplerinin oluşmasında enlem kadar ülkenin sahip olduğu özel konumu (denizlerin etkisi), ortalama yükselti ve
relief şartları etkili rol oynamaktadır.
1) Akdeniz İklimi: Akdeniz ve Ege bölgelerinde hâkim olan bu iklim tipinin genel özellikleri yazların sıcak ve kurak kışların ise
ılık ve yağışlı bir karakter göstermesidir.
Bu iklim tipinin oluşturdukları özgün ortamlarla tarımsal bitki deseninin şekillenmesine neden olmakta, özellikle
Akdeniz kıyı kuşağında turunçgiller, Ege bölgesinin kıyı kesiminde ise çeşitli meyve (üzüm, incir) tarımının yaygın
olarak gerçekleştirilmesini olanaklı kılmaktadır.
2) Karadeniz İklimi: Ülkemizin kuzeyinde yer alan Karadeniz kıyıları boyunca hâkim karakterde olan bu iklim tipi, her
mevsimin yağışlı ve denizel termik özellikler göstermesiyle karakterize edilmektedir.
Gür ve zengin doğal bitki örtüsünün yanı sıra, bölgeye has bir tarımsal ürün deseninin oluşmasına zemin
oluşturmakta, özelikle
çay, fındık ve mısır tarımı bakımından ülkenin önde gelen bölgesi olmasına olanak
tanımaktadır.

10
Türkiye’de Görülen Makro İklim Tipleri ve Etkili Oldukları Bölgeler
3) Marmara (Geçiş) İklimi: Karadeniz sahil şeridi hariç bütün Marmara Bölgesinde hâkim iklim tipi olan Marmara İklimi genel
özellikleri itibarıyla, Akdeniz ile Karadeniz iklimi arasında bir geçiş tipini teşkil etmektedir.
Bir yandan Karadeniz iklim tipine, diğer taraftan Akdeniz iklimine ait çeşitli tarımsal ürünlerin yetiştirilebildiği bir
ortam sağlamakta (
zeytin, mısır, fındık ve çeşitli tahıllar gibi), dolaysıyla tarımsal ürün çeşitliliğinin fazlalaşmasına
zemin hazırlar bir özellik arz etmektedir.
4) Karasal iklim: Ülkemizin bütün iç bölgelerinde hâkim olan bu iklim tipi özellikle kuzeyde Karadeniz sıradağları ve güneyde
Toros dağlarının dik bir duvar gibi uzanarak denizel etkilerini nüfuz etmesini engellediği iç bölgelerde etkili bir iklim tipi
olarak karakter kazanmaktadır.
Bu bakımdan belirtilen iklim tipi, İç Anadolu’nun bütününde, Akdeniz Bölgesinin iç kesimlerinde, Ege Bölgesinin
doğu kesimlerinde, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin tamamında etkili olmaktadır.
Sıcaklık, basınç ve rüzgârlar, nem ve yağış gibi iklimi oluşturan atmosfer olaylarının bölgeden bölgeye farklılık göstermesi,
bitki örtüsü, ekonomik faaliyetler, su kaynakları, yaşam tarzı ve mekâna ait diğer pek çok farklığının yeryüzünde kimi zaman
birbirine çok yakın mesafelerde yer almasına zemin teşkil etmiştir.
Sıcaklık: Sıcaklık diğer bütün canlılar için olduğu gibi bitkilerin yetişmesinde de en temel iklim unsurlarından birini
teşkil etmektedir. Bu faktör, vejetasyon süreci, sıcaklık eşik değerleri, optimal sıcaklıklar ve toplam sıcaklık istekleri
bakımından bitkisel üretimin bütün evrelerine etkilerde bulunmaktadır.
Türkiye’de Yıllık Ortalama Sıcaklığın Alansal Dağılımı
Don Olayları: Tarımsal faaliyetleri doğrudan etkileyen bir diğer unsur ise ani sıcaklık değişimlerinin neden olduğu
donma olaylarıdır. Sıcaklığın günün herhangi bir anında 0 C°’nin altına düşmesi sonucu meydana gelir
* Soğuk hava kütleleri, denizden uzaklık, yükselti ve diğer coğrafi unsurlarında etkisiyle hemen her bölgede zaman
zaman don olayları gözlenmektedir.
* Türkiye’de don olayları, en erken Kuzeydoğu Anadolu’nun yüksek kesimlerinde başlamakta ve kısa sürede Doğu
ve İç Anadolu bölgelerini de içine alarak sahasını genişletmektedir.
Basınç ve Rüzgârlar: Rüzgâr faktörü tarımsal üretimi doğrudan etkilediği gibi diğer iklim elemanlarının
şekillenmesinde oynadığı rol ile de dolaylı olarak tarım ürünleri üzerinde etkide bulunmaktadır. Bu çerçevede
rüzgârların esiş yönü (kuzey veya güney yönlü olması), hızı (şiddetli olması) ve içeriği (soğuk veya sıcak karakterli
olması) tarımsal ürünleri olumlu veya olumsuz etkileyebilmektedir.
Yağış: Yağış miktarı ve düştüğü dönem kadar yağışın şekli bitki yetişmesi üzerinde belirgin şekilde etkide
bulunmaktadır. Bu çerçevede sağanak şeklinde olmayan yağışlar bitkiler için herhangi bir tehlike oluşturmazken,

11
yağışın şiddetli düşmesi veya dolu halinde yağması, tarımsal üretimin her aşamasında ürüne zarar veren bir nitelik
taşımaktadır.
* Türkiye’de, coğrafi faktörlerin şekillendirdiği yağışın dağılışına baktığımızda en fazla miktarda yağışın kuzey ve
güney bölgelerin denize bakan yamaçlarında meydana geldiğini görmekteyiz. Kuşkusuz bu durumun oluşmasında
denizin etkisi kadar, kıyıya paralel olarak uzanan yüksek dağ sıralarının denizden gelen nemli hava kütlelerinin
adeta bloke etmesinin de payı son derece büyüktür.
H. OAKES’a göre (Erinç S., 1965:15), Türkiye topraklarının yaklaşık %45’i Zonal topraklardan oluşmakta bu oranı, %26 ile
İntrazonal topraklar, %9’u ise azonal topraklar sınıfından teşkil edilmektedir.
Verimlilik ölçülerini ortaya koyan verimlilik değerlerine göre toprak türlerini sınıflamak mümkündür.
Bu çerçevede topraklar 2 temel grupta 8 verimlik sınıfına ayrılmakta ve her biri tarımsal verimlik açısından farklı
özellikler ortaya koymaktadır.
1. Bunlardan birinci gruba,
sürüme elverişli olan I. II. III. ve IV. sınıf topraklar dahil edilirken,
2. İkinci gurupta
sürüme elverişli olmayan V. VI. VII. ve VIII. sınıf topraklar yer almaktadır.
I. sınıf topraklar; diğer koşulların uygun olması halinde her türlü bitkiyi yetiştirmeye elverişli olan, düz meyilli, iyi drene
olmuş, kolay işlenebilir özellikte topraklar niteliği taşırken,
II. sınıf topraklar; verimlilik değerleri açısından I. sınıf topraklardan daha düşük kapasiteli olan, bakım yapıldığında ve gerekli
tedbirler alındığında tarımsal üretim için verimli alanlar sayılabilen topraklar özelliğindedir.
III. sınıf topraklar; önceki iki toprak sınıfına oranla tarımsal açıdan daha fazla sınırlandırmalara sahip olan, topografya ve
yüzey akışına ait şiddetli tehdit faktörlerine sahip, kültür bitkileri ekimi için kullanıldığı taktirde özel koruma tedbirleri
alınmasının şart olduğu toprak verimlilik sınıfını oluştururken,
IV. sınıf topraklar; bitki seçimi daha sınırlı, özenli bakım tedbirleri isteyen, taşlılık, nemlilik ve meyil yönünden tehditlere
sahip olan, kullanımları çok dikkat isteyen çeşitli tedbirlerle özel birkaç bitki cinsi için uygun olan ve sürümle tarım
yapılabilen topraklar niteliğindedir.
V. ve VI. sınıf topraklar; sürümle tarım yapılması son derece sakıncalı olan ve kullanma olanakları çok kısıtlı bulunan
topraklar niteliğinde olup, çoğunlukla çayır-mera veya ağaçlık olarak kullanılmaktadır.
Ancak Ülkemizde tarıma elverişli arazinin yetersiz oluşu bölge insanlarını V. ve VI. sınıf arazileri sürmek suretiyle
tarıma açma
sına neden olmuştur. Toprak koruması açısından son derece sakıncalı olan bu durum erozyonu
arttırıcı bir rol oynamaktadır. Orta eğimli kaba bünyeli ve taşlı koluviyal topraklar, yüksek dağ-çayır topraklarının
büyük bir bölümü bu sınıfa girmektedir.
VII. sınıf topraklar; tarımsal açıdan ekonomik olmayan topraklar özelliği taşımakta olup, ancak zayıf mera veya orman
alanlarına ayrılabilmektedir.
Erozyon tehdidine oldukça açık olan bu topraklar üzerinde büyük ölçüde mera ve orman alanları yer tutmuş
bulunmaktadır. Sahip bulundukları otlak sahaları ile hayvancılık için son derece önemli sahalardır.
VIII. sınıf topraklar ise; bitkisel ürün vermeyen nitelik taşımakta, bu topraklar ırmak yatakları, sahil kumulları, çıplak kayalar
ve moloz alanlarından oluşturmaktadır.
4. BÖLÜM
İnsan ve doğanın birlikte esaslarını ortaya koyduğu tarımsal üretim üzerinde
mülkiyet sistemi, arazi işletme yapısı, sulama
faaliyetleri
, makineleşme, gübreleme, çiftçi örgütlenmesi, işleme ve pazarlama gibi beşeri faktörler de etkin rol oynamakta
ve tarımsal üretim sürecinin düzeyini ortaya koymaktadırlar.
18 Mart 1924 tarih ve 442 sayılı köy kanununun yürürlüğe girmesiyle devlet ilk kez köylere özel mülkiyet hakkı
tanımış
,
1926 yılında yürürlüğe giren 743 sayılı “Türk medeni Kanunu ile Göçler Kanunu”yla da, toprak hukukunda miri
toprak sistemi kaldırılarak yerine
özel mülkiyet sistemini getirilmiştir.
12
Tarım işletmeleri, tarımsal üretimin gerçekleştirildiği ekonomik birimlerdir.
Tarım sektöründe verimliliği ve gelişmeyi etkileyen temel faktörler:
1. Arazi yapısı
2. Sermaye
3. Üretim deseni
4. Toprak varlığı
* Tarımsal politika ve programların belirlenmesinde
arazi işletme yapısı özellikle göz önünde bulundurulması zorunlu olan
unsurlardan biri niteliğindedir.
Türkiye, genel olarak işletme büyüklükleri açısında
küçük veya cüce işletmeler olarak adlandırılan işletmelerin oransal
fazlalığıyla dikkati çekmektedir.
Mevcut 3 milyondan fazla işletmenin %65’inin 5 ha’nın altında olması küçük işletmelerin baskın karakterini teyit
etmektedir ( ha: işletme büyüklüğü )
Türkiye İşletme Sayısı ve Büyüklükleri
Ülkemizde işletmeler ortalama olarak 6 ha’lık bir büyüklüğe sahipken Avrupa Birliğinde bu ortalamanın yaklaşık 19
ha olması aradaki farkı açıkça ortaya koymaktadır.
Ülkemizde işletmelerin yalnızca %19,5’inin arazisinin tek parça halinde olması bunun en açık göstergesi
durumundadır
Tarım arazilerindeki aşırı parçalanmanın tarımsal yapıyı bozduğu,
Arazilerin dağınık yapıya sahip olmalarının arazi kullanımını olumsuz yönde etkilediği ve üretimde verimliliği
düşürdüğü
, üretim maliyetlerini artırdığı ve mekanizasyonu engellediği açıktır.
Dünya toplam su miktarının sadece % 2,5’inin tatlı su kaynaklarından oluşması dünya genelinde kullanılabilir su miktarının
da kısıtlılığını açıkça ifade etmektedir.
Küresel ısınmayla birlikte ortaya çıkan iklim değişmeleri, var olan su kaynaklarının da büyük bir risk altında bulunduğunu ve
acil tedbirler alınmasını gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Yaşanan ve gelecekte daha da yoğun yaşanması muhtemel olan su sıkıntının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bu
nedenlerin başında
Yenilenebilir kaynak miktarının sınırlı olması gelmektedir.
Bununla birlikte suyun kullanım şeklindeki yanlışlar
Yüksek nüfus artışıyla birlikte kişi başına düşen su miktarında azalmanın meydana gelmesi gibi faktörler de dünya
su kaynaklarının yetersiz hale gelmesinde önemli ölçüde etkili
olmaktadır.
* Dünyadaki toplam su tüketiminin yaklaşık % 70’inin tarım sektöründe kullanılıyor.
Tarımsal üretimde verim ve kalitenin yükseltilmesinde
sulama çok büyük bir önem taşımaktadır.
Sulamanın gerçekleştirilmesi, her şeyden önce
13
Sulanacak arazilerin sulamaya elverişli olmasına,
Sulamada kullanılacak su kaynağının yeterli bulunması ve kalitesinin uygunluğuna bağlıdır.
Bu iki esas şartın mevcudiyeti halinde, suyu sulama sahasına iletecek ve çiftçi tarafından kullanımını sağlayacak
sulama şebekesi ile fazla suları sulama sahasından uzaklaştıracak olan drenaj şebekesinin tesisi gerekli olmaktadır.
Sulamada olumlu sonuçlara ulaşılabilmesi için öncelikle mutlaka bilinmesi gereken hususlardan biri, bitkilerin buharlaşma ve
terleme yoluyla kaybettikleri su miktarını ifade eden
bitki su tüketiminin tespit edilmesidir.
Bitkilerin su tüketimleri ise,
Bitkinin türüne,
Bitkinin fizyolojik özelliklerine,
Büyüme dönemlerine,
Toprak sıcaklığına,
Hava sıcaklığına
Gübreleme koşullarına göre farklılık göstermektedir.
Suyun toprağa verilmesi konusunda geçmişten beri uygulanan klasik sulama yöntemleri ile gün geçtikçe suyun daha verimli
ve tasarruflu kullanımını ön plana çıkaran çeşitli çağdaş sulama metotları söz konusu olmaktadır. Bu çerçevede
1)
Klasik yüzey sulama yöntemleri,
2)
Yağmurlama sulama,
3)
Damla sulama yöntemleri en yaygın olarak kullanılan sulama sistemleri olarak uygulanır
Bu sistemlerden hangisinin kullanılacağı veya kullanılması gerektiğini belirleyen unsurlar:
Tarlanın düzgün olup olmaması,
Yetiştirilen ürünün cinsi,
Toprağın kimyasal ve fiziksel özellikleri,
Sulama suyunun miktarı ve kalitesi,
Çiftçi alışkanlıkları,
Çiftçilerin ekonomik durumu,
Bölgenin hâkim iklim şartları
1) YÜZEY SULAMA SİSTEMİ:
Sulamanın kaplamalı veya kaplamasız açık kanal sistemleri ya da düşük basınçlı kapalı boru sistemleriyle araziye ulaştırıldığı
bu sistemde su, arazi yüzeyine belirli bir eğim doğrultusunda bırakılmakta ve toprak tarafından emilmesi sağlanmaktadır.
Yüzey sulama sistemini avantajları (+) :
İlk yatırım ve işletme masraflarının düşük olması,
Bakım ve onarım işlerinin kolay olması,
Kalifiye işçilik gerektirmemesi,
Yağışlardan en üst düzeyde yararlanılabilmesi,
Tuzlu toprakların etkin bir biçimde yıkanıp ıslah edilebilmesi
Yüzey sulama sistemini dezavantajları (-) :
Belirli bir eğime kadar sulamaya izin vermesi,
Derine sızmayı önlemek için kontrollü sulama yapılmasını gerektirmesi,
Erozyonu önlemek için özel yapılara ihtiyaç duyması
Su kayıplarının fazla olması
2) YAĞMURLAMA SULAMA YÖNTEMİ:
14
Sulama suyunun kaynağından alınıp, belirli bir basınç altında borular yardımıyla yağmurlama başlıklarına iletilerek yapay bir
yağmur şeklinde arazi yüzeyine uygulanması esasına dayanmaktadır.
Yağmurlama sulama yönteminin avantajları (+) :
Var olan su miktarından azami yarar sağlaması,
Eğimli arazilerde bile erozyona sebep olmadan sulama yapma imkânı vermesi,
Toprak derinliği az olan topraklarda en uygun sulama sistemi niteliğinde olması
Sulama işçiliğini en az seviyede tutması
Yağmurlama sulama yönteminin dezavantajları (-) :
Yüzey sulama yöntemlerine göre ilk yatırım ve işletme giderleri yüksek olması,
Sıcak ve kurak bölgelerde buharlaşma kayıplarının yüksek olması nedeniyle özellikle gündüz yapılan sulamalarda
sulama randımanın düşmesi,
Su dağılımında rüzgârın olumsuz etkisine açık olması
Pompaj için yakıt sarfiyatı dolayısıyla ayrı bir masraf gerektirmesi
3) DAMLA SULAMA YÖNTEMİ:
Temel ilke, her defasında az miktarda sulama suyunu sık aralıklarla yalnızca bitki köklerinin geliştiği ortama vermektir.
Adı geçen yöntemde arındırılmış su, basınçlı bir boru ağıyla bitki yakınına yerleştirilen damlatıcılara kadar iletilmekte ve
damlatıcılardan düşük basınç altında toprak yüzeyine verilmektedir.
Bu yöntemde genellikle alanın tamamı ıslatılmadığından, mevcut sulama suyundan en üst düzeyde yararlanma imkânı
ortaya çıkmaktadır.
Damla sulama yönteminin avantajları (+) :
Suyun çok randımanlı bir şekilde kullanılabilmesi,
Sulanan bitkilerden daha yüksek ve kaliteli ürün elde edilmesi,
Toprak tuzlanmasına sebep vermeyerek bitkilerin tuzdan zarar görmesini önlemesi,
Rüzgârdan etkilenmemesi,
Buharlaşma yoluyla su kaybına sebebiyet vermemesi
Eğimli arazilerde diğer sulama yöntemlerine göre su ve toprak kaybına yol açmaksızın daha başarılı
Kolay bir şekilde uygulanabilmesi
Damla sulama yönteminin dezavantajları (-) :
İlk yatırım masraflarının yüksek olması,
Kum parçacıkları, organik ve inorganik maddeler ile kimyasal maddeler tarafından damlatıcıların tıkanması riskinin
yüksek olması
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sulamaya büyük önem verilmiş ve buna yönelik kurumsal yapılanmalar gidilmiştir.
1923 yılında su rejimlerine göre ülke 12 bölgeye ayrılarak planlama yoluna gidilmiş ve çeşitli şehirlerde su
müdürlükleri kurulmaya başlanmıştır.
Bu gelişmeleri takiben 1929 yılında sular genel müdürlüğü kurulmuş, baraj yapımı ve dere ıslahına yönelik çeşitli
etüt çalışmaları başlatılmıştır.
1954 yılında yürürlüğe giren 6200 sayılı kanunla Devlet Su İşleri (DSİ) Umum Müdürlüğünün kurulmuş olması
Türkiye’de su işleri konusunda yeni bir dönemi başlatmıştır.
DSİ’nin kurulmasından sonra sulama işleri düzenli bir yapı kazanmış daha sonra Toprak-Su Genel Müdürlüğünün
kurulmasıyla su ve sulama işleri yönetilmeye çalışılmıştır.
Tarımsal makineleşme:
15
Gerek tarımsal üretimde gerekse insan iş gücü kullanımında verimliliğinin artırılması, ayrıca tarım alanlarının geliştirilmesi
şeklinde tanımlanabilecek olan tarımsal makineleşme, tarımsal üretimde büyük miktar artışlarını beraberinde getiren bir
uygulama niteliği taşımaktadır.
Makineleşme ayrıca toprak, su, gübre, ilaç ve diğer girdilerin etkin kullanımını olanaklı kılarak tarımda verimliliği sağlayan
önemli bir üretim aracı durumu göstermekte, kalkınmış ülkeler tarımında verimlilikte sağlanan gelişmelerin tümünde
mekanizasyon anahtar rol oynamış bulunmaktadır.
Türkiye’de traktör özelindeki makineleşme 1900’lü yılların başında gündeme gelmeye başlamıştır.
1907 yılında Adana Belediye Reisi İbrahim Rasih Efendi Türkiye’ye traktörü ilk getiren kişi olurken
İkinci getiren kişi ise 1911 yılında Aydın vilayetinde bir rum çiftçi ile 1912 yılında Adana mebusu Hacı Beyzade
Kadri Bey’in getirdiği birer traktör takip etmiştir
5 yılda ancak 3 traktör sayısına ulaşılabilmiş, ilerleyen dönemlerde özellikle birinci dünya savaşının başlaması ve
işgücü kaybının yüksek seviyelere ulaşması tarımsal üretimde makine kullanımını adeta zorunlu hale getirmiştir.
İkinci dünya savaşı ve sonrasında
Bu dönemde traktör sahibi çiftçilerin askerlikten muaf tutulması, makineleşmeyi özendirme amaçlı bir gelişme
olarak görülürken, yapılan tanıtım ve teşvikler sonucu
1924 yılında sadece Adana’da 100 traktör satıldığı ifade
edilmiştir
Cumhuriyetin ilanından sonra Ziraat Bankasının da gerek çiftçilere kiralanmak üzere traktör alması ve gerekse traktör
alımına yönelik kredi teşvikinde bulunması, traktör sayısında hızlı bir artışa yol açmış 500’leri aşan bir sayıya ulaşmasını
sağlamıştır.
İzmir İktisat Kongresinde diğer birçok alanda olduğu gibi makineleşme konusunda da alınan kararlar bu konudaki
hassasiyeti ortaya koymuş, bu kararlarda makine imalatı, tamiri, yedek parça temini, yakıt ve yağ ihtiyacının karşılanması ile
traktör kullanımına yönelik eğitim verilmesi gibi hususlara yer verilmiştir
Makineleşmenin hızlı artışı 1929 yılında yaşanan Dünya Ekonomik Buhranıyla kesintiye uğramıştır.
1940’lı yıllara yaklaşırken tarımda traktör kullanımı yeniden gündeme gelmeye başlamış.
1943 yılında Türkiye Zirai Donatım Kurumunun kurulmasıyla tarımda makineleşme bir safha daha ileriye taşınmış,
adı geçen kurum sonraki dönemlerde tarımda makineleşme konusunda önemli bir rol oynamıştır.
1950’li yıllara gelindiğinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde kabul edilen kalkınma stratejisine göre tarıma
öncelik verilmesi kararlaştırılmış, belirtilen strateji çerçevesinde sağlanan
Marshall yardımı yoluyla da tarım
kesimi çok hızlı bir traktörleşme süreci yaşamaya başlamıştır.
Özellikle 1960’lı yıllara gelindiğinde mera sahaları bile tarımsal üretime sahne olmaya başlamış ve Türkiye’de
tarım arazileri maksimum sınırına dayanmıştır
.
2000 yılı ve sonrasında da traktör varlığı bakımından sayıca artış devam etmiş
2005 yılında traktör sayısı ilk kez milyon rakamını aşmıştır.
2015 yılında ise Türkiye toplam traktör sayısı 1,3 milyona yaklaşmıştır
Gübreler, tarımsal üretim sonucu toprakta eksilen bitki besin maddelerini toprağa geri kazandıran ve toprağın verimini
artıran maddeler nitelindedir.
Tarımsal üretimi artırmanın ve gıda kalitesini iyileştirmenin en etkin araçlarından biri olan
gübreler, tek başına %40’ın
üzerinde verim artışı sağlayarak dünya gıda güvenliğine ve yaşam standardının yükseltilmesine çok önemli katkıda
bulunmaktadır.
Gübrelemenin toprakları bitki besin maddelerince zenginleştirmek ve toprakların fiziksel ve biyolojik özelliklerini
düzeltmek suretiyle
yetiştirilecek bitkiye daha iyi bir gelişme ortamı sağlamak olmak üzere iki temel amacı
bulunmaktadır.
Toprakta eksilen veya zaten az olan ve tarımsal üretimi kısıtlayan mineral eksiğini tamamlamayı amaçlayan gübreleme
sonunda şunlar hedeflenir
;
Toprakların verim gücünü yükselterek,
16
Birim alandan daha yüksek verim alınması,
Ürünlerin kalitesinin arttırılması,
Toprak verimliliğinde sürekliliğin sağlanması
Bitkilere daha iyi bir gelişme ortamının oluşturulması
Ancak, bu yararlı sonuçlara ulaşılabilmesi ve doğru gübreleme için
öncelikle çevre ve toprak şartları iyi bilinmesi
gerekmektedir.
Toprak analizi, gübrenin çeşidi ve miktarı, gübrenin toprağa uygulanma zamanı ve gübrenin toprağa veriliş biçimi
toprak
verimliğini gübreleme açısından etkileyen önemli faktörler
durumundadır.
Türkiye’nin ilk kimyevi gübre tesisi 1954 yılında kamu tarafından kurulmuş
Yıllar İtibariyle Kimyevi Gübre Kullanımı (Ton)
Kimyevi gübre maliyetinin % 80’ini hammadde oluşturmaktadır.
Hammaddenin ise tamamına yakınının dış kaynaklı olması, dolayısıyla dünya piyasalarında hammadde
fiyatlarının artması, ülkemizde üretim maliyetlerinin artmasına neden olmaktadır.
Üretim maliyetlerindeki artış, üretilen gübrenin fiyatının yükselmesine, tüketimin azalmasına ve ithalatın
artmasına neden olmaktadır.
Aşırı gübre ve kimyasal ilaç kullanılmasının bitkilerde insan sağlığına ve çevreye zarar verici etkilerinin de olduğu
bilinmektedir.
Bitkisel üretimi sınırlayan, hastalık, zararlı ve yabancı otların zararından bitkileri korumak; bu yolla
tarımsal üretimi
arttırmak ve kalitesini yükseltmek amacıyla yapılan tüm işlemler tarımsal mücadele kapsamına girmektedir.
Bu çerçevede tarımsal verimin arttırılmasında sadece gübreleme yeterli olmayıp çeşitli dış zararlılara karşı bitkinin
korunması için birtakım kimyasal ilaçların kullanılması gerekmektedir.
Büyük ürün kayıplarına neden olan adı geçen
zararlılarla mücadele yapılmadığı zaman bu kayıp iki katına kadar
çıkabilmektedir.
Dolayısıyla üretimin kalitesini ve miktarını artırmada sulama, gübreleme, toprak işleme, ıslah çalışmaları ne kadar
önemli ise
zirai mücadele de o kadar önemli bir nitelik taşımaktadır.
Tarımsal mücadele kapsamında;
Kültürel önlemler,
Fiziksel ve mekanik mücadele,
Biyolojik mücadele,
Kimyasal mücadele
Entegre mücadele gibi çeşitli yöntem ve teknikler kullanılmaktadır.
Kültürel önlemler; bitkilerde hastalık oluşmadan önce yapılması mümkün olan tedbirleri içermektedir.
Fiziksel ve mekanik mücadelede temel kural zararlıların el, araç ya da makinalar kullanarak toplanması, öldürülmesi ya da
davranışlarının bozulması gibi işlemlerin uygulanmasıdır.

17
Zararlıların yaşayışı ve davranışları üzerine etkili olan bazı doğal veya yapay maddeler kullanarak zararlıların normal davranış
özellikleri bozulmak suretiyle uygulanan yöntemler olan
biyoteknik yöntemler de zararlılarla mücadelede uygulanan
yöntemlerden bir diğerini teşkil etmektedir.
Çevreye dost bir mücadele yöntemi olarak kabul edilen ve kısaca “bir canlının diğer bir canlıya karşı kullanılması” olarak
tanımlanabilecek olan
biyolojik mücadele; kültür bitkilerinde zarara yol açan böcek ve yabancı otlara karşı, onlarla
beslenerek yaşamını sürdüren doğal düşmanlarının kullanılarak yoğunluklarını azaltmak için yapılan işlemleri içermektedir.
Doğal dengeyi koruyucu özellik taşıması,
İnsan sağlığına olumsuz etkisinin bulunmaması,
Daha düşük finansal birikimle gerçekleştirilebilmesi ve bu çerçevede tasarruf sağlayıcı bir nitelik taşıması,
Ürünlerde ilaç kalıntılarının oluşmasına yol açmaması gibi olumlu yanları, biyolojik mücadele yönteminin daha
fazla tercih edilme
sini beraberinde getirmektedir.
Entegre mücadele olarak tanımlanabilecek bu yöntemde temel amaç, belirli bir alanda bulunan hastalıklar, zararlılar ve
yabancı otların mücadelesinin ayrı ayrı değil, hepsinin birlikte, birbirini tamamlayacak şekilde uygulanmasıdır.
Örgütlü hareket, diğer bütün benzeri faaliyetlerde olduğu gibi tarımsal alanda da önemli bir faktör olarak belirginleşmekte,
aynı amaç için bir araya gelen tarafların güç birliği yapması adı geçen faaliyetin daha verimli ve sağlıklı yürütülmesini
sağlamaktadır.
Tarımsal alanda örgütlenmeyi
kamu örgütlenmesi ve sivil örgütlenme olarak iki temel başlık altında ele almak mümkündür.

I. Kamusal örgütlenmeyi; Tarım Bakanlığı ve alt birimleri, bağlı birimleri ile tarımsal alana kredi sağlamak amacıyla
kurulan ziraat bankası teşkil eder
Sivil örgütlenmeler ise çeşitli birlik, kooperatif, vakıf ve şirket gibi yapılanmalardan oluşmaktadır.
II.

Belirli sayıda kişinin belirli bir faaliyeti gerçekleştirmek amacıyla bir araya gelmesiyle kurulan kooperatiflerin temel
amacı
,
Ürün pazarlama,
Üretim için gerekli girdileri temin etme,
Kredi sağlamaktır.
Bunlardan, ortak olan çiftçilerin ekonomik haklarını savunmak amacıyla bizzat çiftçiler tarafından kurulmuş olan
tarım
kooperatifleri
, çiftçiler, tüketici, üretici ya da kredi alıcısı olarak ekonomik haklarını savunmak için birleşmesi sonucu
teşkil ettirilmiş birliklerdir.
Türkiye’de tarımsal kooperatifçiliği faaliyet alanlarına ve niteliklerine göre,
“tek amaçlı tarım kooperatifleri” ve “çok amaçlı
tarım kooperatifleri”
olmak üzere iki temel başlık altına toplamak mümkündür.
Bunlardan tek amaçlı olarak faaliyet gösteren tarım kooperatifleri; tarım kredi kooperatifleri, tarım satış
kooperatifleri ve tarım hizmet kooperatifleri olmak üzere çeşitli faaliyet alanlarından oluşan kooperatifler teşkil
ederken
Çok amaçlı kooperatifler kapsamından ise “Tarımsal kalkınma kooperatifleri” ele alınabilmektedir.
Çiftçilerin meslek kuruluşu olan ziraat odaları,
Mesleki hizmetleri görmek,
Tarım sektörünün her alanda genel menfaatlerine uygun olarak gelişmesine ve devletin tarımsal plan ve
programlarının gerçekleştirilmesine yardımcı olmak,
Çiftçilerin müşterek ihtiyaçlarını karşılamak,
Mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak ve
Üreticiler arasında işbirliğini sağlamak amacı taşıyan örgütler niteliği taşımaktadır.
Tarımsal sürecin şekillenmesinde etkin rol oynayan diğer önemli beşeri koşulları ise,
işleme ve pazarlama faaliyetleri teşkil
etmektedir.

18
Günümüz koşullarında tarımsal ürün açısından, özellikle pazara yönelik üretimin ön planda olduğu bu ortamda elde edilen
ürünün en iyi fiyatla değerlendirilmesi
temel öncelikli hedeflerden biri olmuş bulunmaktadır.
Bu hedefin gerçekleşmesi ise, her türlü ürünün tüketim merkezlerine taşınarak tüketiciye satılması olarak
tanımlanabilecek olan
pazarlama faaliyetleriyle mümkün olabilmektedir.
Talep ve arz dengesi içinde şekillenen, hem iç ve hem de dış piyasalarda cereyan eden bu faaliyetler tarımsal ürün
değerlendirmesinde de olmazsa olmaz bir koşul niteliğine bürünmüş durumdadır.
Tarımsal ürünlerin hasadından başlayarak nihai üreticiye ulaştığı ana kadar olan süreci kapsayan pazarlama
olgusunda
kayıpların en aza indirilmesi, kalitenin korunması ve uzun bir zamana yayılarak tüketicinin bundan
her mevsim yararlanması
diğer temel hedefleri teşkil etmektedir.
Ürünlerin iç ve dış pazarlarda etkin bir şekilde pazarlanmasının sağlanması ve özellikle dış piyasalarda rekabet edebilirliğin
sağlanmasında
pazarlama politikaları büyük önem taşımakta, politikaların etkinliği aynı zamanda pazarlamanın etkinliğini
de belirlemektedir.
Politika eksikliği veya etkin olmaması,
Depolama koşullarının ve ulaştırma imkanlarının yetersizliği
Kalite ve hijyen eksiklikleri pazarlama etkinliğini kısıtlayan koşullar olmaktadır.
Türk tarımında elde edilen ürünlerin pazarlanması; devletin destekleme alımları yoluyla çiftçinin ürününü satın alması,
tarım satış kooperatifleri, özel sektör (tüccarlar) ve üreticinin kendisinin yaptığı pazarlama yoluyla gerçekleşmektedir.
5. BÖLÜM
Su şartlarının yetersiz olduğu durumlarda toprağın bir yıl boş bırakılması esasına dayana nadas,
Özellikle hava olaylarının kontrol altına alınmasını hedefleyen seracılık
Nihayet toprakla ilgili sorunların bertaraf edilmesi maksadıyla topraksız tarım gibi üretim metotları uygulama
alanına taşınmış bulunmaktadır.
Uygulanan yeni arazi kullanım metotları , bir yandan insanların ihtiyaçlarının daha iyi ve kaliteli bir nitelikte sağlanmasına
olanak tanırken diğer yandan araziden aşırı ve bilinçsiz yararlanma sonucu, doğal ortamda önemli tahribatların oluşmasına
zemin hazırlamıştır.
Dağlık alanların olumlu yönleri (+);
Temiz su temini, orman varlığı ve doğal bitki örtüsü yoluyla erozyonun önlenmesi, hızlı akışlı akarsular yoluyla
enerji üretimi, çeşitli tarımsal ve hayvansal ürün yetiştirme, doğal görünümleri nedeniyle rekreasyonel imkân
sağlama
ve sahip olduğu biyolojik ve doğal çeşitlilik gibi birçok önemli potansiyeli barındırmaktadırlar.
Dağlık alanların olumsuz yönleri (-);
Bazen daimi bazen de geçici yerleşmeler yoluyla ve ekonomik şartların zorlamasıyla gerçekleştirilen faaliyetler,
yöre halkının iyi bir yaşam düzeyine ulaşmasını sağlamaktan çok uzaktır ve bu zorlamalar, başta orman tahribatı
olmak üzere,
erozyon, sel, taşkın, heyelan, çığ ve benzeri birçok sorunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
Türkiye’nin sahip olduğu araziden yararlanma şekillerine baktığımızda, 2015 yılı verilerine göre 60 milyon hektarın
üzerinde olan toplam işlenen arazinin
en fazla tarım alanı olarak kullanıldığını görmekteyiz (%40).
Türkiye arazi kullanımda koruluk ve orman araziler de oldukça yüksek bir oran gösterirken (% 36),
Çayır ve mera olarak yararlanılan araziler ise toplam işlenen arazilerin % 24’ünü kaplamaktadır.
Böylece Türkiye toplam 78,4 milyon ha’lık yüzölçümünün %77’sinde fayda elde ederken, bu alanın ancak %30’luk
bir bölümünü tarımsal amaçlı olarak kullanabilmekte
dir.
19
Türkiye’de Araziden Faydalanma ve Tarım (Kaynak: TÜİK 2016, İstatistiklerle Türkiye 2015)
Türkiye’de Ekili Dikili Arazilerin Kullanım Şekilleri (2015)
Tarımsal üretimin ve diğer bitkisel kaynakların devamlılığının temel kaynağı olan toprak örtüsünün çeşitli dış etkenlerle (su
ve rüzgâr gibi) aşınıp başka sahalara taşınması sonucu özelliğini kaybetmesi anlamına gelen
erozyon ülkemizde arazinin
yanlış kullanımı veya doğal bitki örtüsünün tahribi sonucu oluşan
en önemli arazi kullanım sorunu durumundadır.
Arazi kullanımı konusunda yaşanan sorunların ortadan kaldırılması veya olumsuz sonuçlarının en aza indirilmesinin
temel yolu
arazilerin belirli bir plan çerçevesinde kullanılmasıdır.
Sözü edilen plan çerçevesinde öncelikle etkili yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi,
Ardından toprağın verimli şekilde işletilmesine, korunmasına,
Birim alandan azami ekonomik verimin alınmasına, değerlendirilmesine
Buralarda istihdam imkânlarının artırılmasına yönelik araç ve yöntemlerin, izlenebilir ve sonuçları gözlenebilir bir
nitelikte uygulamaya konulması gerekmektedir.
Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu 19 Temmuz 2005 tarih 25880 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir.
Temel amacı; “toprağın doğal veya yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını,
geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak, plânlı arazi kullanımını sağlayacak
usûl ve esasları belirlemek” olan adı geçen kanun,
“Arazi ve toprak kaynaklarının bilimsel esaslara uygun olarak belirlenmesi, sınıflandırılması, arazi kullanım
plânlarının hazırlanması, koruma ve geliştirme sürecinde toplumsal, ekonomik ve çevresel boyutlarının katılımcı
yöntemlerle değerlendirilmesi, amaç dışı ve yanlış kullanımların önlenmesi, korumayı sağlayacak yöntemlerin
oluşturulmasına ilişkin sorumluluk, görev ve yetkilerin tanımlanması ile ilgili usûl ve esasları” kapsamaktadır.
Klasik tarımsal üretimi temel olarak iklim, toprak ve diğer çevre koşullarına uyumlu olarak gerçekleştirilen üretim olarak
tanımlamak mümkündür. Belirtilen bu üretim şekli yeryüzünde eskiden beri en fazla oranda alan kaplayan tarımsal faaliyet
modeli niteliği taşımaktadır.
Tarımsal üretimin yapıldığı bölge veya yörenin koşullarına göre entansif veya ekstansif teknikler uygulanarak
gerçekleştirilen geleneksel üretim tarzında,
*
Entansif üretim modeli; temel hedefi birim alandan en fazla verimin elde edilmesi amacıyla yeni teknik ve
çağdaş (modern) araçlar kullanılarak yapılan tarımsal üretimi karakterize eder
*
Ekstansif üretim tekniği ise, nispeten ilkel şartlarda ve düşük verimlilikte bir tarımsal faaliyeti nitelemektedir.
20
Üretim tekniklerine göre ayrılan klasik üretim modelinde yağış ve su şartlarına bağlı olarak ayırt edilebilecek diğer bir
sınıflandırma ise tarımsal üretimin
sulamalı ve kuru şartlarda gerçekleştirilmesi keyfiyetidir.
Yağış yetersizliği ve gerekse yüksek oranda buharlaşma sonucu bitki yetişmesi için yeterli suyun kısıtlı şartlarda temin
edilebildiği sahalarda
‘’Kuru Tarım Yöntemi’’ baskın tarımsal üretim modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Adı geçen bu
üretim modelini nadaslı üretimden ayıran temel unsur, esas olarak kuraklığa dayanıklı kültür bitkilerinin tercih edilerek
toprağın her yıl tarımsal üretime sahne olmasıdır. Kuşkusuz bu tarımsal üretim modelinde başta çeşitli tahıllar olmak üzere
sınırlı sayıda ürün yetiştirebilmekte buna karşı geniş sahalar üretime sahne olabilmektedir.
‘’Sulamalı Tarım Yöntemi’’ ise; yağışın yeterli olmadığı, düzensiz olarak düştüğü veya buharlaşmanın yağış miktarından daha
fazla gerçekleştiği bölgelerde bitkinin ihtiyaç duyduğu suyun yapay yollarda toprağa verilmesi esasına dayanmaktadır.
İster entansif (modern) veya ekstansif (ilkel) , isterse kuru veya sulamalı olarak gerçekleştirilsin klasik tarım
modelinde çok çeşitli ürün üretimi gerçekleştirilmektedir.
Bunlar ekili ve dikili tarımsal üretim olarak adlandırılmakta, iklim, toprak şartları ve diğer doğal ortam özelliklerinin
şekillendirdiği geleneksel tarım tipinde
yıllık bitkilerin üretildiği “tarla tarımı” ve genel anlamda çok yıllık
bitkilerden oluşan
bir ürün desenine sahip olan “bağ ve bahçe tarımı” ayırt edilebilmektedir.
Klasik tarım modelinde ayırt edilen bir diğer grup ise ürün desenine göre yapılan adlandırmadır. Bu çerçevede
monokültür
üretim
, polikültür üretim veya enterkültür tarım gibi kavramlar adı geçen üretim metodunu tanımlamak için
kullanılmaktadır.
Monokültür tarım, çok geniş sahalarda ve çok sayıda parselde aynı ürünün yetiştirilmesini ifade etmek için tercih
edilir
Polikültür tarım ise, birbirine çok yakın ve hatta aynı parselin çeşitli bölümlerinde farklı ürünlerin üretilmesini
tanımlayan bir kavram niteliği taşımaktadır.
Bunlardan monokültür üretim, daha ziyade pazara yönelik ve ticari anlamda bir ürün elde edilmesini esas alır,
Polikültür üretim ise çoğu kez kapalı ekonomik sistemin hâkim olduğu ve üreticilerin daha ziyade kendi
ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir üretim tarzını benimsedikleri tarım faaliyetini temsil etmektedir.
Üretilen ürünlerin birbirinden kesin sınırlarla ayrıldığı monokültür ve polikültür üretim tarzının yanı sıra geleneksel tarım
modelinde karşımıza çıkan diğer bir üretim şekli ise,
enterkültür veya aratarım yöntemidir.
Enterkültür ( aratarım ) modelinde aynı parsel içinde iki farklı ürün bir arada elde edilmeye çalışılmaktadır. Bu
yaklaşım bazen çok yıllık bitkinin yetişme çağına kadar diğer ürünün geçici gelir sağlaması amacına yönelik olarak
gerçekleştirilebilirken bazen de sürekli bir tarımsal üretim olarak uygulanabilmektedir.
Kurak ve yarı kurak bir iklim tipinin hâkim olduğu İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde sulama
ihtiyacının ortaya çıktığı çok geniş sahalarda eskiden beri
‘Nadaslı Tarım’ metodunun uygulandığı görülmektedir.
Yakın yıllara gelindiğinde sulama şartlarında meydana gelen iyileştirmelere ve buna bağlı olarak nadas alanlarının
daraltılması faaliyetlerine rağmen, adı geçen üretim metodunun halen geniş sahalarda yaygın olarak
gerçekleştirilmeye devam ettiği açıktır.
Günümüzde toplam tarım toprakların 1/5’inin nadasa bırakıldığı görülmektedir.
* Ülke genelinde
en fazla nadas alanı, İç Batı Anadolu’da, özellikle Konya havzasında yer almaktadır. Adı geçen bölgede
yüksek buharlaşma ve yağış yetersizliğinin yanı sıra, yeraltı suyunun da giderek azalması neticesinde halen nadas yoluyla
gerçekleştirilen tarım topraklarının dahi tarım dışına çıkması tehlikesiyle karşı karşıya gelmesine neden olmaktadır.
* Bahsi geçen bölgeden sonra en fazla nadas alanına sahip diğer bir yöre ise yine
İç Anadolu Bölgesinin özellikle kuzey kesini
teşkil eden
Kayseri, Sivas ve Yozgat çevreleridir.
Örtüaltı tarımı veya seracılık; iklim koşullarına bağlı kalınmadan, ekolojik koşulların kısmen veya tamamen kontrol altına
alındığı sistemler içinde yapılan yetiştiricilik olarak belirginleşmektedir.
Gerçekleştirilen sera tipinin seçiminde;
Kullanılma amacı,
21
İhtiyaç duyulan büyüklük,
Yakın çevre iklim şartları,
Sera kurulacak yerin topografik şartları ekolojik özellikleri
Yetiştirilecek bitki türleri ve
Yetiştirme tekniği gibi faktörler etkili rol oynamaktadır.
Bu faktörlerden yakın çevre iklim koşulları bakımından, yörenin en yüksek ve en düşük sıcaklık değerleri, rüzgâr durumu,
yağış şekli, yoğunluğu ve süresi, güneşlenme, bulutlu günler sayısı ve enlem derecesi gibi çeşitli etmenler
sera tipinin
seçiminde etkili olurken
,
Sera kurulması istenilen arazinin eğimi, bakı şartları, kapalı veya açık vadide bulunması gibi koşullar da
sera yer seçiminde
etkili olmaktadır.
Ülkemizde 2015 yılında
en fazla alan kaplayan örtüaltı üretim sisteminin plastik seralardan oluşturulduğu görülmektedir.
Toplam örtüaltı tarım alanlarının %47’sine sahip olan bu yapı tarzını, Toplam sahaların %24’ünü teşkil eden alçak tünel
sistemi uygulanan alanlar takip etmektedir. Bu çerçevede cam sera ve yüksek tünel sistemleriyle üretim gerçekleştirilen
sahalar birbirine yakın değerler göstermektedir
Yapı Tarzları ve Malzemelerine göre, Türkiye Örtüaltı Tarım Alanları (2015)
Başta Akdeniz bölgesi olmak üzere Ege, Karadeniz ve Marmara bölgeleri örtüaltı tarımsal üretimin yaygın olarak
gerçekleştirildiği bölgeler olarak belirmektedir. Adı geçen bölgelerde ise, Antalya, Mersin ve Muğla illeri en fazla sera alanına
sahip iller durumunda bulunmaktadır
Sera alanlarının bölgelere göre dağılımı (2011)
Örtüaltı yetiştiriciliğinde sebze üretimi başı çekmektedir. Bunu kesme çiçek, meyvecilik ve iç mekân bitkileri takip
etmektedir.
Domates tüm sera sebzeleri içerisinde ilk sırada yer almakta, bunu salatalık, biber, patlıcan ve diğer sebze türleri
takip etmektedir.
Karanfilin başı çektiği örtü altı süs bitkileri üretiminde, gül ve gerbera üretimleri ise ilk sıralarda yer almaktadır.
Son yıllarda muz, yenidünya, üzüm, çilek, şeftali ve nektarin gibi meyve türlerinin de serada yetiştirilmeye
başlanmasıyla ürün sayısı oldukça fazlalaşmış bulunmaktadır.
6. BÖLÜM
Organik tarım;
doğada hatalı uygulamalar sonucu kaybolan dengeyi yeniden kurmaya yönelik, tarımsal üretimin insana ve
çevreye zarar vermeden gerçekleştirildiği üretim sistemlerini içeren, esas olarak kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve
mineral gübrelerin kullanımının yasaklanması yanında, organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin

22
direncinin arttırılması, üretimde sadece miktar artışının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükseltilmesinin amaçlandığı
alternatif bir üretim şeklidir
Organik tarım sonucunda elde edilen, üretimden tüketime kadar her aşaması sertifikalandırılmış, firma veya üretici dışında
üçüncü şahıslar tarafından kontrolü yapılmış, hiçbir aşamasında sentetik bazlı kimyasal girdi kullanılmamış, organik belgesi
bulunan ürünlere ise
organik ürün adı verilmektedir
Organik Tarım kavramı ilk defa 1924 yılında Almanya’da Rudolf Steiner’in “Bio-Dinamik Tarım” üzerine verdiği
derslerde kullanılmaya başlanmış
1930-40’lı yıllarda ise Dr. Hans Mueller tarafından İsviçre’de “Organik-Biyolojik Tarım” uygulamaları
gerçekleştirilmiştir (Willer ve Yussefi, 2004:96).
Yine aynı yıllarda Avrupa’da ilk “Bio-Dinamik Tarım Dernekleri”nin kurulmasıyla bu hareket alanını genişletmiştir.
Avrupa’da çeşitli ülkelerde organik tarım üzerine birbirinden farklı araştırma ve uygulama çalışmalarını sürdüren kişi ve
kuruluşlar,
1972 yılında Almanya’da Uluslararası Ekolojik Tarım Hareketleri Federasyonu’nun ( International Federation of
Organic Agriculture Movements–
IFOAM ) kurulmasıyla daha düzenli bir hale gelmiştir.
IFAOM’ın amaçları :
Tüm dünyadaki organik tarım hareketlerini bir çatı altında toplamayı,
Hareketin gelişimini sağlıklı bir şekilde yönlendirmeyi,
Gerekli standart ve yönetmelikleri hazırlamayı,
Tüm gelişmeleri üyelerine ve çiftçilere aktarmayı amaçlamaktadır
1991 yılında IFOAM - Avrupa Birliği Bölgesel Gurubunun (IFOAM-European Union Regional Group) kurulmuştur.
Türkiye’de organik tarım faaliyetleri 1986 yılında
Avrupa'daki gelişmelerden farklı şekilde, ithalatçı firmaların istekleri
doğrultusunda,
ihracata yönelik olarak başlamıştır.
1984-1985 yıllarında ülkemizde Organik Tarım başlamıştır.
Bu yıllarda Türkiye‘nin ilk organik ürün ihracatı Ege Bölgesinden kuru üzüm ve kuru incir ihracatıyla başlamış,
daha sonra bu ürünlere kuru kayısı, fındık gibi ürünler de katılarak farklı yörelere yayılmıştır.
Türkiye’de organik tarım hareketini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmek amacıyla
1992 yılında İzmir’de Ekolojik Tarım
Organizasyonu Derneği
(ETO) kurulmuştur. Bu şekilde Organik tarım alanında ülkemizde yeni bir süreç başlamış olup, İzmir
bu hareketin merkezi durumuna gelmiştir
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve
11.07.2002 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan Organik Tarımın
Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik
le faaliyetler yasal bir çerçeveye alınmış
Organik Tarım Yönetmeliği’nin amacı;
“Bozulan ekolojik dengeyi yeniden tesis etmek,
Bitki, hayvan ve insan sağlığını koruyan organik ürünler ve bu ürünlerin üretimi için kullanılacak girdilerin üretimini
sağlamak,
Organik üretimi yurt genelinde yaygınlaştırmak,
Organik Tarım ürünlerine talebi artırmak,
Tüketiciye sağlıklı, kaliteli Organik Tarım ürünleri sunmak,
Organik Tarım ürünlerini ve girdi ithalatını disipline etmek,
Organik ürün ihracatını geliştirmek amacıyla; bitkisel, hayvansal ve su ürünlerinin ve bu üretimler için kullanılan
her türlü girdilerin Organik Tarım metoduna uygun bir şekilde üretilmesi, işlenmesi, ambalajlanması,
etiketlenmesi, depolanması ve taşınması
Yurt içinde ve dışında pazarlamasındaki her aşamanın kontrolünün yapılması, sertifikalandırılması, denetlenmesi
hususlarında uygulanacak esasları belirlemek”
01.12.2004 tarihinde ise, yine aynı Bakanlık tarafından hazırlanan Organik Tarım Kanunu yasalaşarak yürürlüğe girmiştir.
23
Organik Tarım Kanunu’nun amacı ;
Temel amacı, tüketiciye güvenilir, kaliteli ürünler sunmak üzere organik ürün ve girdilerin üretiminin
geliştirilmesini sağlamak için gerekli tedbirlerin alınmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek olan
Tarım Kanunu ise
organik tarım faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin kontrol ve sertifikasyon hizmetlerinin yerine getirilmesi ve
Bakanlığın denetim usul ve esasları ile yetki, görev ve sorumluluklara dair hususları kapsamaktadır.
Kanun kapsamında, organik tarım faaliyetlerinin her türlü kontrol ve sertifikalandırma işlemlerinin Tarım Bakanlığı
veya bu Bakanlıkça yetkilendirilmiş kuruluşlarca yapılacağı, kontrol ve sertifikasyon kuruluşu tarafından
sertifikalandırılmamış ürünlerin, organik ürün veya organik girdi adı altında satılamayacağı, organik ürün ve
girdilerin etiket ve logoları yalnızca organik ürünler ve girdiler için kullanılacağı, gümrükler dâhil yapılan
kontrollerde, organik olmadığı tespit edilen ürün ve girdilerin, yurt içine organik ürün veya girdi adı altında
sokulması, dağıtılması ve satışının yapılamayacağı, ihracat sertifikası olmayan organik ürün veya girdilerin, organik
ürün veya organik girdi adı altında ihraç ve ithal edilemeyeceği edilemeyeceği kaydedilmektedir.
Organik Tarımda bitkisel ve hayvansal ürünler için farklı üretim yöntemleri mevcut olup bunların ortak ilkeleri
şunlardır;
1. Organik üretim yapan tarım işletmelerinde doğal kökenli hammaddeler kullanılarak üretim yapılması
2. Ham maddelerin ve diğer işletme girdilerinin çevreyi tehdit eden her türlü etkisinin azaltılması veya bunlardan
tamamen kaçınılması, organik tarımda kullanılacak fide-tohum, fidan vs.nin ilaçsız olması,
3. Toprağın işletilmesi ve içindeki canlı faaliyetin devamı için nöbetleşe ekim ve organik gübreleme yapılması. Bunun
için çiftlik gübresi ve organik atıklardan oluşan kompost ve yeşil gübre ve uygun toprak işleme aletleri kullanılması,
4. Organik ortama uygun dengeli karışımlar yapılarak nöbetleşe ekimde baklagillere ağırlık verilmesi,
5. Bitki tür ve çeşitlerinin seçiminde üretim yapılacak yerin ekolojik koşullarının göz önünde bulundurulması bu
koşullara uygun dayanıklı, tohum, fidan ve hayvanların kullanılması,
6. Zararlılarla mücadelede biyolojik yöntemlere başvurulması,
7. Yeter miktarda ve yüksek kalitede gıda üretmenin, maksimum verimden önce gelmesi,
8. Organik Tarım işletmelerinin gelirlerinin ve imkânlarının üreticiyi ve çalışanlarını tatmin etmesi,
9. Sentetik kimyasal gübrelerin ve sentetik ilaçların, depoda koruyuculuğu artıran ve hasattan sonra olgunlaşmayı
teşvik eden sentetik kimyasal maddelerin, bitki ve hayvan yetiştirmede kullanılan hormonların ve büyüme
düzenleyici maddelerin organik tarımda kullanılmaması,
10. Organik Tarım sentetik ve kimyasalların kullanımını yasakladığından çiftlik gübresi, kanatlı gübresi, çiftlik ve sıvı
atıkları, saman, torf, mantar üretim artığı, organik ev artıkları kompost, hayvansal atıkların işlenmiş ürünleri, deniz
yosunları ve yosun ürünleri, talaş, ağaç kabuğu, odun artıkları, tabii fosfat kayalarının gübre olarak kullanılması.
Organik Tarımın Genel Avantajları
Organik Tarım;
hem doğal çevreyi koruma hem de insan sağlığını dikkate alma konularında önemli avantajlar sağlamaktadır.
Bu avantajları şu şekilde sıralamak mümkündür
1. Özellikle tarımsal ilaçların kullanımının sınırlandırılması,
2. Doğal ortamdaki biyolojik çeşitliliğin yok olmasının önlenmesi, içme ve sulama suyu kalitesinin sağlanması ve
korunması,
3. Toprakta ve gıdalarda zararlı madde birikiminin önlenmesi, dolayısıyla gıda güvenliğinin yanı sıra tat ve görünüş
bakımından gıda kalitesinin sağlanması
4. Küçük çiftçileri desteklenmesi, pazar imkânlarının varlığı,

24
5. İhracatı teşvik etmesi, büyük mali yük getiren tarımsal girdileri azaltması,
6. Kırsal kalkınma ve yaygın sosyal kalkınma sağlaması
Türkiye’de Organik Tarımın Yıllar İtibariyle Gelişimi (TÜİK 2017)
2016 yılında bir miktar gerileme yaşanmış ve toplam organik tarım alanı 490 bin hektar civarında olmuştur
Türkiye’de organik tarım yapılan arazi miktarındaki artış yanında bu tarım yöntemiyle üretilen ürün sayısında da önemli
artışlar meydana gelmiştir.
2015 yılında toplam ürün sayısı 197 olurken, 2016 yılında bu sayı 225’e yükselmiştir
Organik metotla üretim yapan çiftçilerin sayısında da belirgin artışlar yaşandığı izlenmektedir.
2015 yılında kısmi bir azalmayla organik üretim yapan çiftçi sayısı 70 binin altına gerilerken, 2016 yılında 68 bin
civarında gerçekleşmiştir
Türkiye’nin Organik Tarıma İlişkin Avantajları:
Çevreye duyarlı bir tarım sistemi olduğundan, Türkiye’de son yıllarda büyümeye başlayan sorunlardan biri olan
doğal çevrenin (su, hava, toprak) kirlenmesinin büyük ölçüde önüne geçilmiş olacak, erozyon sorununa çözümler
üretilebilecektir.
Organik tarım yoluyla Türkiye, dünya piyasalarında rağbet gören tarımsal ürünleri üretmek suretiyle, uluslararası
piyasalarda etkinliğini arttırarak ve rekabet gücünü ortaya koyabilecektir.
Organik tarımla, iç tüketimde halkın sağlıklı ve güvenli tarımsal ve hayvansal besin elde etmesinin sağlamak
mümkün olacak ve sağlıklı nesillerin yetişmesine katkı sağlayacaktır.
Organik tarım ürünleri klasik tarımsal üretime göre miktar olarak azalmakla beraber pazar fiyatı yüksek
olduklarından çiftçi ve üreticisine yüksek gelir getirme avantajı sağlayacaktır.
Çok büyük giderler olarak çiftçiyi zor durumda bırakan yapay gübre ve tarımsal ilaç alım masrafı organik tarım
yoluyla ortadan kalkacağından gelirlerde önemli bir artış beklenebilecektir.
Dış ticaret ürünü olarak kabul gören organik tarım, ihracatta ek bir kapasite yaratarak, önemli bir döviz girdisi
sağlayacak ve ithalat- ihracat dengesine katkıda bulunacaktır.
Yapay gübre ve tarımsal ilaçların büyük bir bölümü dışarıdan ithal edildiği için büyük miktarda bir milli servet
kaybına neden olmaktayken, organik tarım yoluyla bu olumsuz durum da büyük ölçüde ortadan kalkmış olacaktır.
7. BÖLÜM
Her türlü tarımsal üretimin durgun veya akan besin eriyiklerinde veya besin eriyikleriyle beslenmiş katı ortamlarda
gerçekleştirilmesi olan ‘’
Topraksız Tarım’’ın temel amaçları :
25
Bitkilerin gelişmesini besin solüsyonu yardımıyla sağlamak,
Bitkilerin besin, madde ve su gereksinimlerini karşılamak ve bunu en ekonomik bir şekilde gerçekleştirmek
Topraksız Tarım, daha çok sera şartlarında oluşturulan topraksız bir ortamda; bitkilerin tüm besin ve su ihtiyaçlarının eriyik
halinde teknolojik donanımlar yardımıyla sağlandığı, üretimin yıl boyunca sürdürülmesine olanak sağlandığı
bir üretim
modeli
olarak belirginleşmektedir.
Bu üretim şeklinde; toprak yerine başta volkanik kayaçlar olmak üzere çeşitli katı maddeler kullanılabildiği gibi, tamamen
durgun veya akan su ortamında bitkinin ihtiyaç duyduğu mineraller bilgisayarlar sistemiyle verilebilmektedir.
Bu metot yoluyla
tarımın üç temel unsuru olan toprak-su-hava şatlarından toprak unsuru da tamamen devre dışı
bırakılmaktadır
Topraksız tarım metodunun tercih edilmesinde çeşitli faktörler etkili rol üstlenmiş bulunmaktadır.
Bunların başında geleneksel topraklı tarıma kıyasla daha yüksek verim sağlaması
Topraklı üretimin mümkün olmadığı verimsiz kıraç bölgelerde bitkisel üretime imkân verdirmesi gelmektedir.
Yine yoğun kimyasal ilaç ve gübre kullanımını azaltması dolayısıyla tarımsal ürünlerin sağlıklı üretilebilmesine
olanak tanıması
topraksız tarımın tercih edilmesinde etkili faktörler olmaktadır.
Topraksız tarım metodu klasik seracılık faaliyetlerinden farklı özellikler taşımaktadır.
Sera tarımında yoğun sulama, gübreleme ve toprak işleme yapıldığından toprakları özelliklerini çabuk yitirmekte, sonuçta
sert, tuzlu, kimyasallarca kirlenmiş topraklar oluşmaktadır. Bunun dışında mantar gibi toprağa bir kez bulaştığında
giderilmesi çok zor olan zararlılar da sera topraklarında bulunabilmektedir. Bu nedenle
sera toprakları birkaç yılda bir
tamamen değiştirilmekte
veya dışarı taşınarak havalandırılmakta, bu durum çiftçilere büyük maliyetler getirmektedir.
Dünyada her geçen gün daha fazla kullanım alanına sahip olmaya başlayan, ülkemizde ise henüz çok dar bir sahada
gerçekleştirilen
topraksız tarımsal üretim metodu yoluyla, özellikle sera topraklarında hastalık de gelişmekte olan ve zararlı
etmen birikimi, aşırı ve dengesiz gübre, ilaç kullanımı sonucu
toprak yorgunluğu ortaya çıkmasının önlenmesi, erozyon,
çoraklaşma ve yapılaşma sonucu azalan tarım topraklarına ve artan gıda talebine yönelik alternatif bir çözüm üretme gibi
temel hedefler ön plana çıkmaktadır.
Bu sistemde toprak yerine geçen ve besin maddeleriyle suyu bünyesinde tutan katı maddelere "substrat" ya da "agrega"
denilmektedir.
Bu maddelerin en bilineni olan
perlit, basit tanımıyla volkanik bir kayacın işlem görmüş halidir.
Perlit yüksek ısıyla muamele edildiğinde patlayarak genleşme özelliği göstermekte, camsı özellik gösteren bu
yapay madde kendi bünyesinde hem suyu hem de besin maddelerini dengede tutmaktadır.
Adı geçen kayaç kimyasal ayrışma niteliği göstermediği için ısı iletkenliği çok düşük olmakta dolayısıyla sıcaklık
değişimlerinden bitkiyi korumaktadır.
Perlit rezervi bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan ülkemizde, adı geçen madde, topraksız tarım
dışında klasik seracılıkta, süs bitkileri, fidecilik ve sebze yetiştiriciliğinde de kullanılmaktadır.
Topraksız tarımın bir diğer üretim materyali
vermikülit’tir.
Türkiye’de özel yataklardan çıkarılan bu madde bir magnezyum, alüminyum ve silikat karışımından oluşmakta,
yüksek sıcaklıklarda aniden ısıtıldığında tıpkı perlit gibi süngerimsi bir yapı kazanarak bünyesinde tuttuğu suyu
buharlaştırarak bitkiye vermektedir.
Topraksız tarımın olumsuz yönleri ;
İlk tesis maliyetinin yüksek olması,
Daha fazla teknik bilgi gerektirmesi,
Bitki besleme ve sulamada çok dikkat ve özen isteyen bir üretim modeli olması,
Bitki yetişme materyaline herhangi bir hastalık unsuru bulaşması halinde hızlı bir şekilde yayılım göstermesi gibi
daha ziyade tesis kurma, bakım ve işleme aşamalarında karşılaşılan olumsuzlukları vardır.

26
Topraksız Tarımı Gündeme Getiren Faktörler
Dünyada tarım alanları giderek verimsizleşmesi, İklimde meydana gelen değişimler, Artan nüfusa paralel olarak ortaya çıkan
gıda talebi, bilim insanlarının yeni üretim modellerini bulma arayışına itmiştir.
*Toprak kaybı: hızlı nüfus artışı ve bu nüfusun besin ihtiyacının karşılanması için tarım yapılacak toprakların yetersiz kalma
ihtimali, erozyon, çoraklaşma, tarım topraklarının yerleşim ve turizm alanlarına ayrılması gibi gelişmeler
*Toprak yorgunluğu: seralarda aynı ürünün arka arkaya uzun yıllar yetiştirilmesinin, verimliliği büyük ölçüde düşüren toprak
yorgunluğuna neden olması
*Hastalık, zararlı ve yabancı ot sorunu: yoğun tarımın yapıldığı ve sürekli aynı ürünün yetiştirildiği yerlerde, bütün ilaçlama
ve mücadele faaliyetlerine rağmen, bağışıklık kazanan ve üretimde önemli sorunlara neden olan hastalık, zararlı ve yabancı
otların varlığını sürdürmesi
*Aşırı gübre tüketimi: daha verimli ve kaliteli üretim yapma amacıyla aşırı şekilde gübre ve su kullanılmasının, özellikle
seralarda doğal kaynakların kirlenmesi ve ürünün olumsuz etkilenmesi riskini beraberinde getirmesi
*Su tüketimi: topraklı tarım yapılan alanlarda kullanılan su tüketiminin topraksız tarımda kullanılan su miktarının 4–5 katına
ulaşabilmesi
*Daha az işgücü ihtiyacı: büyük ölçüde teknolojik araç ve düzenekler kullanılmak suretiyle gerçekleştirilen topraksız tarım
metodunda topraklı tarıma göre daha az iş gücüne ihtiyaç duyulmasıdır.
Babil'in asma bahçeleri, Aztek’lerin yüzen bitkileri, Çinlilerin pirinç yetiştiriciliği, eski Mısırlılar'ın Nil nehri sularında topraksız
yetiştiricilik yapmaları
Topraksız tarım sistemine benzer metotlar olarak değerlendirilmektedir.
*Bu (topraksız tarım) yöntemin temelleri ilk kez 1930 yılında İngiltere’de Prof.Dr. William Gericke tarafından atılmıştır.
Metot, Hollanda tarafından daha da geliştirilerek ticari üretim alanına taşınmıştır.
*İlk Topraksız Tarım Derneği 1955 yılında Hollanda’da kurulmuştur.
*Ticari anlamda topraksız tarım ilk olarak İsrail’de uygulamaya konulmuş
, bu dönemde Dünyada, %10’u İsrail’de yer alan
sadece 1 ha. alanda topraksız tarım gerçekleştirilmiştir.
Topraksız Tarım Tipleri
Genel olarak su kültürü ve katı ortam kültürü olmak üzere iki gruba ayırarak incelemek mümkündür.
1) Su Kültürü (Solüsyon-Hydroponic)
Bitkilerin herhangi katı bir ortam içermeyen, durgun veya akan besin çözeltisi içeren yapılarda, besin eriyiklerinin belli
aralıklarla bitki köklerine verilmesiyle yetiştirilmesi yöntemidir.
a. Su Kültürü Uygulama Yöntemleri

I. Durgun Su Kültürü: Bitkilerin 30 cm derinlikteki tekne, tank ve benzeri yapılara konulan besin eriyiklerinden
sadece kökleri temas ettirilerek beslenmesi ve bu besin eriyiğinin türlere göre değişmekle birlikte 7-14 gün
aralıklarla değiştirilmesi esasına dayanan yetiştiricilik sistemidir.
Akan Su Kültürü: Bitki köklerinin, değişik kanallar içerisinden sürekli veya aralıklı olarak birkaç mm'den 4-5 cm'e
kadar derinlikte geçirilen besin eriyikleri içerinde tutularak beslenmesi şeklindeki üretim metodudur.
Aeroponic Kültür: Bitkilerin köklerine besin eriyiklerinin sürekli veya aralıklı bir şekilde sis veya buhar halinde
II.
III.

püskürtülmesi şeklinde uygulanan bir topraksız kültür yöntemidir. Diğer sistemlere göre su ve gübre tasarrufu
sağlayan su kültürü sisteminde besin çözeltisini atmaya yarayan başlıklar ve sistemi basınçlı bir şekilde çalıştıran
motor düzeneği bulunmaktadır. Su kültürü sistemleri daha fazla teknik bilgi istemekte ve yatırım maliyeti yüksek
olmaktadır.
2) Katı Ortam Kültürü (Substrat-Agregat)
27
Ticari olarak tüm dünyada en yaygın olarak kullanılan topraksız tarım yöntemidir. Diğer topraksız kültür uygulamalarına göre
daha kolay ve ekonomiktir.
b. Katı Ortam Kültürü Uygulama Yöntemleri

I. Yatak Kültürü: Bu sistemde bitkiler 15-20 cm derinlikteki uzun dar plastik, kereste veya çimentodan yapılmış
yastıklarda yetiştirilirler. Fazla suyun drene edilebilmesi için yastıklar eğimli bir şekilde hazırlanmaktadır. Nem
kayıplarını önlemek ve iyi bir nem dağılımını sağlamak için yatakların üzeri plastik örtü ile kaplanmaktadır.
Torba Kültürü: Değişik boyutlarda torba, paket ve saksıların içine yetiştirme ortamlarının doldurulması şeklinde
yapılan yetiştiriciliktir.
Hazır Blok Kültürü: En çok kaya yününün kullanıldığı bu sistemde bitkilerin yetiştiriciliği, tabana yerleştirilen
II.
III.

kayayünü blokları içerisine, ortasındaki çukura tohum ekimi yapıldıktan sonra daha büyük fide blokları veya
doğrudan hazır fide yetiştirmeye uygun kayayünü blokları yerleştirilerek yapılmaktadır.
Topraksız Tarımın Avantaj ve Dezavantajları
Avantajları:
Toprağın uygun olmadığı yerlerde tarımsal üretim olanağı sağlaması,
Erken ürün alınması, verim ve kalite artışı sağlaması,
Bitkilerin kontrollü beslenmesi,
Su ekonomisi ve kontrolü, daha az su kullanılması,
Enerji ve iş gücüne daha az ihtiyaç duyması,
Hastalık, zararlı ve yabancı ot kontrolü amacıyla kullanılan kimyasallara daha az ihtiyaç duyması,
Daha az gübre kullanılması, Yetiştirme ortamı sterilizasyonunun toprağa göre daha kolay olması,
Yabancı ot kontrolü ve toprak işlemeye ihtiyaç duymaması,
Bitki besin maddelerinin daha etkin ve ekonomik bir tarzda kullanılmasına imkan vermesi,
Besin maddelerinin kök ortamında homojen olarak dağılımlarının söz konusu olması
Dezavantajları:
İlk tesis maliyetinin yüksek olması,
Daha fazla teknik bilgi gerektirmesi,
Uzman personel gerektirmesi,
Bitki besleme ve sulamada çok dikkat ve özen isteyen bir üretim modeli olması,
Bitki yetişme materyaline herhangi bir hastalık unsuru bulaşması halinde hızlı bir şekilde yayılım
göstermesi
Topraksız üretim özellikle Avrupa'da yaygın olarak uygulanmaktadır.
Hollanda ve Belçika bu konuda başarılı çalışmalar gerçekleştirilen ülkeler durumunda bulunmaktadır. Bu
ülkelerdeki seraların yüzde 95′inde topraksız tarım yapılmaktadır.
Tek bir firmaya ait en büyük topraksız sera 350 dönüm büyüklüğü ile Meksika’da yer almaktadır.
İspanya, İngiltere, Japonya, Yeni Zelanda, Kanada gibi ülkeler sera üretiminde yüksek oranlarda topraksız
yetiştiriciliğe geçmiştir.
Topraksız tarımsal üretim metodu Türkiye’de ilk olarak 1995′de Antalya’da Agroser adlı serada kullanılmaya
başlanmıştır.
Türkiye’de
toplam 48 bin hektar seranın yaklaşık 4 bin dekarında topraksız tarım yapılmaktadır.
İzmir Dikili’de 250 dekarlık serada topraksız tarım yapan Agrobay Seracılık, önemli büyüklükte bir uygulama alanına sahip
bulunmaktadır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.