Type Here to Get Search Results !

Küresel İklim Değişikliği Ünite 8-14 Özet

 8. ORAJ, DOLU, KUVVETLİ KAR, SİS VB. HADİSELER

8.1. Gökgürültülü-Şimşekli Fırtınalar (Orajlar)
Orajlar, gökgürültülü ve şimşekli bir fırtınadır. Bir orajda her türlü hava olayı en yüksek
derecesine erişir. Çünkü oraj bulutlarında (Kümülonimbüs) çok büyük bir kinetik enerji
vardır. Bu enerjinin kaynağı, subuharının yoğunlaşmasıyla açığa çıkan gizli ısıdır.
Tek hücre fırtınaları, tipi olarak 23-30 dakika içinde gelişir ve sonlanırlar.Çok hücreli
orajlarda
, birden fazla hücre bir grup gibi hareket eder, her bir hücre orajın farklı bir
evresindedir. Bu hücreler, orta büyüklükte dolu, fırtına kabarması ve zayıf tornadolar
üretebilecek kapasitededir.
Çok hücreli hat fırtınaları, bir hat boyunca gelişir ve bu hat
boyunca hamle cephesi gelişir. Bu hat, fırtına hattı olarak da bilinir. Bu fırtınalar, orta
büyüklükte dolu, nadiren fırtına kabarması ve zayıf tornadolar oluşturabilirler.
Süper
hücre fırtınaları
, orajile birlikte dönen bir yukarı akış ile tanımlanırlar. Bu fırtınalardaki
güçlü bir aşağı hava akışı büyük dolu taneleri oluşturabilirken, nadiren fırtına kabarması
ve zayıf şiddette tornadolar oluşturabilir.
Sellerden dolayı oluşan taşkın yatağı ovasındaki toprakların verimliliği ve çalılık yangınları
sonucunda birçok yerli bitki, orajlar ile atmosferik azotun karışmasıyla filizlenir. Orajın
atmosferik azotun karışmasını sağlaması gibi tarım alanları üzerinde olumlu bir etkisi
vardır. Bunun yanı sıra, kuvvetli yağış ile tarım ürünleri zarar görmekte, dolu yağışı ile
mahsul kayıpları yaşanmaktadır. Ayrıca, orajlar ile gelişen şiddetli yağışlar toprağın
verimli kısmının kaybedilmesine yol açmaktadır.
8.2. Orajların Coğrafi Dağılışları
Oraj bulutu ya da bulutları, gerekli koşullar oluştuktan sonra yeryüzünün birçok yerinde
oluşabilir. Bu koşullar; yüzeyde nemli bir hava, yeri ısıtacak kadar bol miktarda güneş
ışığı, koşullu kararsız bir atmosfer ve zayıf düşey rüzgarşiri’dir. Orajların yeryüzünde
dağılışları incelendiğinde en fazla
ekvatoral bölgede gözlendiği görülmektedir. Afrika
kıtasında ekvatoral bölge, en sık görüldüğü alandır. Burada yıl içinde görüldüğü gün sayısı
100 gün üzerinde, bazı alanlarda ise 180 günün üzerindedir. Madagaskar adası çevresi de
orajlı gün sayılarının yüksek olduğu alanlar içinde yer alır. Bu alanlar dışında Amerika
kıtasında özellikle Güney Amerika’nın ekvatoral bölümünde, Meksika körfezi çevresi ve
Kuzey Amerika’nın batı kıyıları boyunca yıl içinde 100 günün üzerinde görülür.
Dünya genelinde orajların en sık görüldüğü alanlar Endonezya, Kolombiya, Malezya, ve

18
Singapur’dur. 60° enlemleri çevresinde görülme sıklığı azalmakta, kutuplar çevresinde ise
görülmemektedir.
8.3. Sis ve Etkileri
Bilindiği gibi yoğunlaşma ile birlikte havadaki su buharının önce küçük tanecikler yada
zerrecikler halini almakta, sonrasında bunların birleşerek damlacıklara dönüşmektedir.
Oluşan damlacıklar ya yağmur, kar gibi yağışlara dönüşmekte ya da yağışa
dönüşemeyerek havada askıda kalmaktadır. Bu şekilde askıda kalan su damlacıkları sis
oluşumuna neden olmaktadır. Bu anlamda
yoğunlaşmanın ilk ürünlerini sis-pus ve
bulut
olarak ifade etmek mümkündür.
Sis ve pus benzer mekanizma ile oluşan, aralarında daha çok görüş mesafeleri açısından
fark bulunan hadiselerdir.
Soğuk bir zemine dokunan hava tabakası içinde oluşan
yoğunlaşma neticesinde ortaya çıkan hadiseye sis denilmektedir
. Aslında sis aynı
zamanda zeminde oluşan stratüs tipi bulut olarak da değerlendirilebilir.Sis hadisesinde
görüş mesafesi havada yoğunlaşmış su taneciklerinin yoğunluğu ölçüsünde azalmaktaır.
Görüş mesafesi açısndan sisleri de farklı sınıflara ayırmak mümkündür. Eğer görüş
mesafesi 500 m – 1000 m arasında ise buna “hafif sis”, 200 m – 500 m arasında ise “sis”,
200 m’nin altında ise “kuvvetli sis” denilmektedir.
Havada asılı kalarak sis oluşumuna neden olan su tanecikleri dağınık veya yoğun bir
durum göstermiyorsa, görüş sis kadar kısa olmasa da bir bulanıklılık söz konusu
olabilmektedir ki bu hadiseye de
pus denilmektedir. Pus’larda görüş mesafesi 2000 m.ye
kadar olabilir.
Ülkemizde özellikle kış aylarından bahar aylarına geçiş dönemlerinde daha fazla görülen
sis hadisesi özellikle ulaşımda önemli sorunlar yaratmaktadır. İç Anadolu Bölgesi,
Karadeniz sahil kesimi ve gerisindeki dağlık alanlar, Marmara Bölgesi, Doğu Anadolu
Bölgesi sis hadiselerinin yoğun olarak görüldüğü yerlerdir.
9. YAZ VE KIŞ MUSONLARI VE MUSON DOLAŞIMININ TÜRKİYE’YE
ETKİLERİ
9.1. Muson Dolaşımı
Muson, Arapça mevsim anlamına gelen “Mausim” kelimesinden türetilmiştir. Genel
olarak kış ve yaz mevsimlerinde esiş yönleriyle belirgin farklılık gösteren rüzgar
sistemidir.
Kuzey yarımkürede Mayıs-Eylül, güney yarımkürede Aralık-Şubat
ayları arasında etkili olur.
Muson, mevsimlik kara ve deniz arasında değişen nemli
yazlar ve kurak kışlar olarak karakterize edilen rüzgar sistemidir.
Yaz musonları, kara ve denizler arasındaki termik farklılıklar ve orta enlemlerdeki
karaların denizlere göre daha fazla ısınmalarının yanı sıra yaz mevsiminde tropikal kara
kütlelerinin aşırı derecede ısınması nedeniyle gezegensel basınç kuşaklarının büyük
ölçüde yer değiştirmesiyle gelişir. ITCZ hattının çatallanması yaz musonlarının oluşumu ve
gelişiminde birinci derecede önemli rol oynar. Bu nedenle
, karalar üzerinde basınç ve
rüzgar kuşakları denizler üzerindekine nazaran çok daha büyük ölçüde yer
değiştirir.
Güney Asya’nın güneybatı musonları güçlü bir doğulu jet rüzgarıyla (150 hPa’da) güney
Arabistan ve Afrika üzerinden batıya doğru uzanır.
Bu doğulu jetin maksimum
akışı,15°K ile 50°-80°D enlem ve boylamları arasında yeralır.
ITCZ boreal kıştan, yaza yumuşak bir şekilde geçişine izin vermez ve ani yaz
musonuna geçiş olur.
Yağışların değişimi ile ilgili olan yüzey rüzgarlarının hız değişimi
ve deniz yüzey sıcaklıkları, okyanus ve musonun yıllık döngüsünün değişimi arasındaki
etkileşim gösterir.

19
9.2. Muson dolaşımının Türkiye’ye Etkileri
Muson dolaşımı, Kuzey Yarımküre yaz mevsimindeki egemen dolaşımlardandır. Yapılan
çalışmalara göre; Hindistan yaz musonu ve Kuzey Atlantik-Avrupa dolaşımı arasında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki vardır
. Lin ve Wu (2012) çalışmalarında, kuvvetli muson
dolaşımının olduğu yıllarda çoğunlukla eş zamanlı olarak Kuzeybatı Avrupa çevresinde
normalin üzerinde yağışlar, Kuzey Afrika ve Akdeniz havzasında ise normalin altında
gerçekleşen yağışlar belirlemişlerdir. Ayrıca, Grönland ve Akdeniz havzasında gözlenen
geniş alanlı pozitif yüzey sıcaklık anomalileri kuvvetli muson yıllarında gözlenmektedir.
Eylül ayında Türkiye’nin özellikle batı yarısında Azor yüksek basıncının etkileri
gözlenir.
Akdeniz havzası yaz iklimi, büyük ölçüde Kuzey Atlantik, Atlantik kökenli
dolaşımın kontrolü altında gelişir. Batıda Azor yüksek basıncının derinleşerek İspanya ve
Batı Akdeniz havzası ile zaman zaman İtalya’ya kadar gelişmesiyle
Türkiye ve
çevresinde yüksek basınç koşulları yaşanır
. Azor yüksek basıncı ve güneyde
Basrakörfezi (Pers Oluğu) üzerindeki oluğun konumu nedeniyle Türkiye’nin batı
kıyılarında
kuzeybatılı Etezyen rüzgarları güçlenir. Etezyen rüzgarlarının, yüzeyde
serinletici etkisi vardır
. Ayrıca, Ortadoğu ve Türkiye’de yaz mevsimindeki dolaşım
üzerinde Muson alçak basıncının Basra körfezi üzerindeki uzantısının büyük etkisi vardır.
Türkiye’ye Güneydoğu Anadolu Bölgesi üzerinden sokulan Muson alçak basıncı,
500 h
Pajeopotansiyel
yükseklik seviyesinde yerini yüksek bir merkeze bırakır. Bu yüksek
merkez, üst atmosferde sıcaklık ve basınç özelliklerini denetleyen sistemdir.
10. KLİMATOLOJİK KÖKENLİ AFETLER, EKSTREM SICAKLIKLAR,
KURAKLIK VE ÇÖLLEŞME
10.1. Klimatolojik Kökenli Afetler
Klimatolojik kökenli afetler mevsimsel ya da onlarca yıllık zaman diliminde iklimsel
değişiklik sonucu ortaya çıkan ve sonuçları itibariyle kayıplara neden olan süreç olarak
tanımlanabilir. Daha geniş anlamıyla klimatolojik afetler, doğal yada insan faaliyetlerinin
sonucunda ekosistemlerde ve çevrede kalıcı değişiklikler ile can ve mal kaybına neden
olan, ekonomik faaliyetleri kısıtlayan yada engelleyen olaylardır. Klimatolojik kökenli
afetlerin önemli bir bölümünü ekstrem sıcaklıklar oluşturur. Ekstrem sıcaklıklar sıcak ve
soğuk hava dalgaları ve ekstrem kış koşullarıyla kendini belli etmektedir. Klimatolojik
kökenli afetlerin diğer çeşitlerini kuraklık ve yabanıl yangınlar oluşturmaktadır.
10.2. Ekstrem Sıcaklıklar
Ekstrem sıcaklıklar bir yerde, bölgede o güne kadar görülmeyen veya çok seyrek olarak
görülen sıcak veya soğukların yaşanma halidir. Dünya Meteoroloji Teşkilatı (WMO)
tarafından günlük maksimum sıcaklığın, ardı ardına 5 gün boyunca uzun yıllar ortalama
maksimum sıcaklığın 5
oC üzerinde gerçekleşmesi sıcak hava dalgası olarak
adlandırılmaktadır.
Türkiye için bu değer WMO tanımından biraz farklı olarak günlük maksimum sıcaklığın
uzun yıllar maksimum ortalama sıcaklığının 3-5
oC üzerinde gerçekleşmesi şeklinde
tanımlanmaktadır. Eğer bu fark 5 – 9 oC arasında ise
kuvvetli sıcak hava dalgası, 10
oC’den fazla ise şiddetli sıcak hava dalgası olarak tanımlanmaktadır.
10.3. Çölleşme ve Kuraklık
Çölleşme; Kurak, yarı kurak ve az nemli alanlarda iklim değişimleri ve insan
aktivitelerinin de dahil olduğu çeşitli etmenler sonucunda ortaya çıkan “arazi bozulması”
dır. İklim değişikliğine bağlı nedenlerle birlikte çölleşmenin nedenleri arasında aşırı
otlatma, arazinin aşırı veya yanlış sulanması, ormansızlaşma ve toprağın kirlenmesi
sayılabilir. Çölleşme sürecindeki en büyük etki, 2/3’ü çöl veya kurak-yarı kurak alanlardan
oluşan Afrika üzerindedir.
Kuraklık Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesinde (BMÇMS) “yağışların
kaydedilen normal seviyelerinin önemli ölçüde altına düşmesi sonucu arazi ve su
kaynaklarının olumsuz etkilenmesine ve hidrolojik dengenin bozulmasına sebep olan

20
doğal olaydır.” şeklinde tanımlanmaktadır.
Meteorolojik kuraklık, belirli bir zaman periyoduna ait normal yağışlardan (genellikle
30 yıllık) meydana gelen sapma,
tarımsal kuraklıkbitkinin kök bölgesinde büyüyüp
gelişmesi için yeterli nem bulunmaması durumu,
hidrolojik kuraklıkise uzun süre devam
eden yağış eksikliği neticesinde ortaya çıkan yeryüzü ve yer altı sularındaki azalma ve
eksiklikleri ifade eden bir tanım olarak değerlendirilmektedir. Günümüzde yaşanan sorunu
daha çok artan nüfus ve su kaynaklarının dikkatsiz kullanımı neticesinde, yağışlardaki
ekstrem durumların meydana getirdiği
antropojenik kuraklık olarak tanımlamak
mümkündür.
Çölleşme ile Mücadele Ulusal Eylem Programı İlkeleri;
a. Çölleşme/arazi bozulumu baskısı altında olan arazilerin, çölleşme düzeylerinin bilimsel
ölçütler kullanılarak dağılımlarının saptanması
b. Öncelikle korunması gereken ekosistemlerin seçimi ve bu olayların gündeme
alınmasının sağlanması
c. Güncel çevre koruma ve sürdürülebilir kullanım politikalarının irdelenmesi varsa
eksikliklerinin belirlenmesi
d. Yeni ve/veya ek politikaların bilimsel, ekonomik, sosyal ve teknik ölçütlerin
uygulanma mekanizmaları için saptanmaları
e. Çölleşme konusunda toplumun bilinçlendirilmesi amacıyla, halkın ve çölleşmeden
etkilenen toplulukların her türlü yayın ve yayım araçlarıyla bilgilendirilmesi,
f. Çölleşme ile mücadele çalışmalarının bütün süreçlerinde ilgili kamu kurum ve
kuruluşların, STK, yerel topluluklar ve diğer grupların yerel, bölgesel ve ulusal
düzeylerde etkin katılımının sağlanması
g. Ulusal stratejilerin oluşturularak çölleşmenin durdurulması ve / veya etkisinin
azaltılması. Bu bağlamda sürdürülebilir arazi ve su kullanımlarının geliştirilmeleri,
biyoçeşitlilik alanlarının korunmaya alınması ve bu kullanımlardan oluşabilecek sosyal
çelişkilerin önlenmesi
h. Erken uyarı sistemlerinin bilgi ağları aracılığıyla oluşturulup bir merkeze bağlanmaları
i. Diğer ülkelerin ulusal programlarıyla bağlantı kurarak bilgi ağları aracılığıyla bilgi
alışverişinin sağlanması
11. KLİMATOLOJİK KÖKENLİ AFETLERİN ÇEVRESEL ETKİLERİ
Atmosfer kökenli afetler içerisinde, orman ve ormancılık faaliyetlerini ilgilendiren yangın,
kuraklık gibi afet türleri öne çıkmaktadır. Bununla birlikte iklim değişikliği de sonuçları
itibariyle yavaş gelişen afetler içerisinde düşünülmelidir.
Atmosferdeki karbon dengesinde ormanların rolü nedeniyle iklim ile ormanlar
arasında sıkı bir ilişkiden bahsetmek mümkündür. Ormanların sıcaklık, nem gibi iklim
elemanları üzerinde bir etkisinin olduğu bilinmektedir. Ancak bunun yanında
fotosentez yoluyla atmosferde karbon dengesinin kurulmasında önemli bir role
sahiptir. İklim değişikliği sürecinin yaşandığı günümüzde atmosferde sera etkisi
yaratan karbondioksidin fotosentez yoluyla tutulduğu orman alanları, okyanuslardan
sonra karbon tutan en önemli depolar, bugünkü deyimiyle
“yutak”lardır.
Dünya karalarının
% 30’unun ormanlarla kaplı olduğu söylenebilir. Bu oranın
21
alansal karşılığı ise yaklaşık 4 milyar ha. kadardır. Dünya ormanlarının yaklaşık
yarısının
ABD, Rusya, Çin, Kanada ve Brezilya olmak üzere 5 ülkede toplandığı,
bazı ülkelerin ise hiç orman varlığı olmadığı da bilinmektedir.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)
1992
yılında Rio de Janerio (Brezilya)’da yapılan Rio Çevre Zirvesinde hazırlanarak
imzaya açılmış ve 1994 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu sözleşmeye 2004 tarihinde
katılmıştır.Sözleşme taraf ülkeleri sera gazı azaltımına ve bu amaçla araştırma, teknoloji
geliştirme ve işbirliği yapmaya davet etmekte,sera gazı yutaklarını (ormanlar ve
okyanuslar gibi) korumaya teşvik etmektedir.
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (BÇS)
1992
yılında imzalanan BÇS, biyolojik çeşitliliğin korunmasını, sürdürülebilir kullanımı ve
genetik kaynakların kullanım ilkelerini belirlenmektedir. Bu açıdan sürdürülebilirlik,
koruma ve adil paylaşımın insanlığın geleceği açısından önemli olduğunun altı
çizilmektedir. Türkiye bu sözleşmeye 1996 yılında taraf olmuştur.
Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (ÇMS)
1994 yılında kabul edilmiştir, çölleşme süreçlerinden etkilenen ülkelerde sürdürülebilir
kalkınmanın sağlanmasına katkıda bulunmak için çölleşme ile mücadele etmek ve
kuraklığın etkilerini hafifletmektir. Türkiye sözleşmeye 1998 yılında taraf olmuştur. ÇMS
biyolojik çeşitlilik, su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilirliği ile iklim değişikliği ve
küresel ısınmayla ilgilidir.
Arazi Kullanımı, Arazi Kullanım Değişikliği ve Ormancılık (LULUCF)
Bu kavram arazi kullanım ve arazi kullanım değişikliklerinden doğan sera gazı salımları ve
azaltımının belirlenmesine yönelik hesaplama ve raporlama kurallarını içermektedir.
BMİDÇS ve Kyoto Protokolü altında gelişen bu süreç için Hükümetlerarası İklim Değişikliği
Paneli (IPCC) tarafından bir kılavuz tavsiye edilmektedir. Bu kılavuzda karasal
ekosistemler, orman, tarım, çayır ve mera, sulak alan, iskan ve diğer alanlar olmak üzere
6 alt gruba ayrılmıştır.
12. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE HORTUMLAR
Oluşum ve Gelişimleri İtibariyle Hortumlar
Hortum, dar bir alanda meydana gelen atmosferdeki ani hava değişimleriyle birlikte
oluşan, girdap şeklindeki çok şiddetli rüzgârları oluşturmaktadır. Hortum,
kümülonimbüs (Cb) bulutunun tabanından yere doğru uzanan, huni şeklinde dönerek
ilerleyen fırtınadır. Dönen fırtına içindeki rüzgarın hızı saatte 500 km’ye çıkabilir. Bu
inanılmaz rüzgar hızıyla, saatte yaklaşık 50 km hızla hareket edebilir. Kat ettikleri yol 1-7
km arasında değişir. 200 km yol kat eden fırtınalara da rastlanmıştır. Hortum olayı en
fazla tropikal bölgelerde görülmektedir. En şiddetli tornadolar
süper hücrelerden oluşur.
Süper hücreler ayrıca, dolu zararlarını, tornado dışı kuvvetli rüzgârları, alışılmadık sıklıkta
şimşekleri ve sel taşkınlarını meydana getirebilir.
Hortum oluşumunda
dört temel aşama bulunmaktadır. Bu aşamalar organizasyon,
olgunlaşma, zayıflama ve bozulma evreleridir.
Organizasyon aşaması, huni şekli ortaya
çıkar ve yere kadar ulaşır.
Olgunlaşma evresi, tornadoların en büyük oldukları
zamandır.
Zayıflama aşamasın, yavaş yavaş küçülmeye başlarlar ve son olarak
parçalanarak bozulurlar, ancak bu durumlarında dahi halen yıkıcı etkilere sahiptir.
Türkiye Görülen Hortumlar
Hortum olayları Türkiye genelinde genel olarak en fazla Aralık (18) ayında sırasıyla Ekim
(16), Ocak (14) ve Şubat (13) aylarında yaşanmıştır. Hortumun oluşabilmesi için kararsız

22
bir hava kütlesine ihtiyaç vardır. Orta enlemler kış mevsiminde kararsızlığın en belirgin
olduğu alanlardır. Bu nedenle gerçekleşen kararsızlığına bağlı olarak da hortumlar en
fazla kış aylarında görülmüştür.
Türkiye’de hortumlar, son 10 yıla kadar genellikle kıyı bölgelerimizde görülen
hadiselerdendi. Ancak son yıllarda Ankara, Elazığ, Konya, Kütahya, Gaziantep, Muş, Van,
Mardin ve Diyarbakır’da hortum (tornado) görülmüştür.
13. TÜRKİYE’DE YAYGIN GÖRÜLEN KLİMATOLOJİK VE METEOROLOJİK
KÖKENLİ AFETLER
13.1. Türkiye İkliminin Genel Hatları
Türkiye, bir orta enlem ülkesi olarak genel atmosfer sirkülasyonunun etkili olduğu bir
bölgede yer almaktadır. Coğrafi konumu nedeniyle Türkiye iklim değişikliği sürecinden en
fazla etkilenecek alanlardan birinde yer almaktadır. Gerçekten orta enlemler milyonlarca
yıldan beri devam eden doğal iklim değişikliklerinden en fazla etkilenen alanların başında
gelmektedir. Çünkü küresel ısınma sonucunda tropikal bölgeler kutuplara doğru etkisini
arttırarak orta enlemler üzerinde hakim olurken, küresel soğuma dönemlerinde polar
iklim kuşağı Ekvatora doğru hareket ederek orta enlemler üzerinde etkili olmuştur.
Ülkemizin makroklimatik özelliklerini belirleyen gezegensel etkenlerin yanında fiziki
coğrafya özellikleri de yöresel iklim farklılıkları üzerinde önemli etkilere sahiptir.
Yükselti,
orografi, karasallık
gibi faktörler gezegensel koşullarla meydana gelen makroklima
karakterlerini termik ve dinamik modifikasyonlara uğratır.
Yükselti: Türkiye’nin ortalama yükseltisi 1000 m.nin üzerindedir ve bölgesel olarak
ortalama yükseltiler batıdan doğuya doğru artmaktadır. Yükselti, sıcaklık, nem, rüzgar,
yağış ve basınç gibi meteorolojik hadiseler üzerinde etkili olmaktadır. Ancak en önemli
etkisi şüphesiz sıcaklık üzerindedir. Temel olarak ülkemizde bölgeler arasındaki iklim
farklılıklarını meydana getiren etken
yükseltidir.
Oragrafi (Dağların Uzanışı ve Bakı):Ülkemiz dağları büyük ölçüde batı-doğu
doğrultulu bir uzanış göstermektedir. Bu durum kuzey-güney yönlü hava hareketlerinin
özellikle iç kesimlere sokulmasını önlemektedir. Bununla birlikte dağları aşan hava
kütleleri de bu hareket sırasında karakterini ve etkisini değiştirmektedir. Böylece ortaya
kıyılar ile iç kesimler arasında kuvvetli farklılıklar çıkmaktadır.
Karasallık, Kara ve Deniz Dağılışı (Kontinentalite):Karasallık sıcaklık koşullarını
etkilediği gibi yağış miktarı ve yağışın şekli üzerinde de etkili olmaktadır. Karasallık
sadece iklim karakterleri üzerinde etkili değildir. Aynı zamanda doğal bitki örtüsü ve
tarımsal faaliyetlerin üst sınırını da belirlemektedir. Karasallığın etkisiyle soğuk dönemde
farklı iklim tiplerini bir arada görebilirken, yazın fazla ısınan karasal iç kesimlerle kıyılar
arasındaki sıcaklık farkları azalacağından genel olarak tek bir makroklima, Akdeniz
makrokliması hakim duruma geçer.
1.
Karadeniz Yağış Rejimi: Karadeniz yağış rejiminde yağış 4 mevsimde nispeten
düzenli bir dağılış gösterir. Kurak sayılabilecek bir mevsim yoktur. Ülkenin kuzeyinde
Karadeniz kıyı kuşağında görülen bu rejimde topografik- -orografik özellikler, bakı ve
bazı dinamik olaylar etkin rol oynar. Max. yağışfrontal faaliyetlerin arttığı soğuk
dönemde, özellikle sonbahar ve kış mevsiminde görülür. Yaz mevsiminde de bölgenin
orografik özellikleri dolayısıyla orografik yağışlar öne geçer.

23
2. Akdeniz Yağış Rejimi: Türkiye'nin oldukça büyük bir kesiminde hakimdir. Bu
rejimde çok belirgin kuvvetli bir yaz kuraklığı vardır. En fazla yağış kış mevsiminde
düşer. Türkiye'nin batısı ve güneyi genellikle bu rejimin etkinlik alanı içinde kalır.
3.
Kontinantal Yağış Rejimi: Genelde antisiklonal hava şartlarının etkili olduğu iç
bölgelerin kuzeydoğu ve kuzey kısımları ile Doğu Anadolu'nun önemli bir kısmında
görülür. Yağış max. genellikle ilkbaharda veya yazın ilk aylarındadır. Kış mevsiminde
ise bu kesimler geciken frontal olaylar ve havadaki subsidans hareketi dolayısıyla min.
yağış alır. Bu üç büyük tip dışında ikide geçiş rejim tipi ayırt edilebilir. Bunlar;
a) İç Anadolu Geçiş Tipi
b) Marmara Geçiş Tipi
Türkiye’de 4 büyük iklim tipinin mevcuttur.
Step İklimi;
Hakim karakter yarı kurak şartların görülmesidir. Yağış rejimi Akdeniz
kıyılarındakine benzemekle beraber yıllık yağış miktarı burada çok daha azdır. Termik
karakter ise karasala daha yakındır.
Karadeniz İklimi; Özellikle düzenli yağış rejimi ile kendini gösteren bu tipte denizel
etkiler öncelik kazanmaktadır. Bulunduğu enleme göre ılıman olmasının bir nedeni de
budur.
Akdeniz İklimi; Bu iklimde şiddetli bir yaz kuraklığı hakimdir. Aslında yıllık yağışlar
miktar bakımından yüksek sayılabilir. Ancak bu yağışların önemli bir kısmı kış aylarında
düşmektedir.
Doğu Anadolu İklimi; Karlı, donlu, soğuk ve uzun kışlar ile beliren ve karasal özellikler
taşıyan bir tiptir. Türkiye’deki iklimler içinde en serti budur.
14. AFET YÖNETİMİNDE KLİMATOLOJİK VE METEOROLOJİK KÖKENLİ
AFETLERDEN KORUNMA VE İYİLEŞTİRME (AFET ÖNCESİ, AFET SIRASINDA VE
SONRASINDA)
14.1. Afet Yönetimi
Afet yönetimi, iyi bir organizasyon ve koordinasyon gerektirmektedir. Çünkü gerçekleşen
afeti önceden tahmin edebilme, olay anında ve sonrasında koordineli bir çalışma
gerçekleştirebilme, olası kayıpları en aza indirebilecektir. Bu açıdan afet yönetimi afete
neden olabilecek olayların önlenebilmesi ile olası bir olay neticesinde ortaya çıkabilecek
zararların azaltılmasını amaçlamalıdır
Afet yönetimini belli aşamalara ayırmak mümkündür. Riski azaltmak ya da olası zararı
azaltmak, bu sürecin ilk adımı olmalıdır. Afete karşı risk azaltıcı tedbirler almak ve öncesi,
afet anı ve sonrasını planlamak zararı azaltsa da doğal afetlerin gerçekleşmesi kaçınılmaz
olmaktadır. Bu süreç ise yani afetin gerçekleşme anı ise müdahalenin başladığı safha
olmaktadır. Bu süreçte afet gerçekleşmiş ve sonrası ilk müdahale yapılmaya başlanmıştır.
Bu çerçevede arama – kurtarma, ilk yardım, konaklama, yeme içme (yeterli temiz su
temini) gibi temel ihtiyaçların karşılanması ilk adımdır. Bu safha aynı zamanda afet
sonrası can kayıplarını azaltabilecek en önemli safhadır. Afet yönetiminin son aşaması ise
iyileştirme, yaşamı olağan akışına döndürmedir. Bu noktada afet sonrasında sosyo –
ekonomik hayatın normale dönmesi, kesintiye uğrayan eğitim, ulaşım, altyapı, sağlık gibi
toplumsal faaliyetlerin yeniden başlaması, kısaca hayatın normalleşmesi afet sonrası
zararları azaltan bir faaliyet safhasıdır. Yani hem ilk etapta riski ve zararı azaltan tedbirler

24
ve hem de afet sonrası iyileştirme / normalleştirme çabaları zararı azaltmaya yönelik
faaliyetlerdir. Ancak aralarındaki önemli fark, riski önleme yada olası zararı azaltmanın
maliyeti, afet gerçekleştikten sonra yapılacak iyileştirme çalışmalarının maliyetinden daha
düşüktür. Avrupa Birliğince yapılan bir değerlendirmede afet öncesi, risk ve zarar azaltma
için harcanan her 1 EUR ile afet sonrası iyileştirme çabaları için harcanacak 4-7 EUR’nun
harcanması önlenebileceği belirtilmektedir.
14.2. Atmosferik Kökenli Afet Yönetimi
Atmosferik kökenli afetler klimatolojik ve meteorolojik olarak iki bölüme ayrılabilir.
Atmosfer kökenli afetler;kuraklık, dolu, hortum, yıldırım, kasırga, tayfun, siklonlar,
tornado, sıcak dalgası, soğuk dalgası, tipi, çığ, aşırı kar yağışları, asit yağmurları, sis,
buzlanma, hava kirliliği ve orman yangınları.
Afet yönetimi,atmosfer kökenli afetlerde risk durumu nedir, nasıl azaltılabilir, gerçekleşen
afet sırasında neler yapılabilir ve afet sonrası kayıplar nasıl azaltılabilir? Bütün bu
soruların cevabı planlı bir afet yönetiminde bulunabilir. Atmosferik afetlerde doğru bir
yönetimin gerekliliğine neden olan etmen süreçler özellikle Türkiye örneğinde şöyle
açıklanabilir. Türkiye’nin karakteristik ekonomik faaliyetleri ve değişken nüfus yapısı,
kısaca sosyo - ekonomik süreçler atmosferik afetler karşısında hayli kırılgandır. Tarım,
turizm gibi kaynağını doğadan alan ve ülke ekonomisinde önemli yere sahip ekonomik
faaliyetlerin yanı sıra, şehirleşme ve ulaşım gibi doğal yapıyı kullanan faaliyetlerde
değişen meteorolojik koşullar karşısında hassas ve kırılgan yapılardır. Tarım, atmosferik
süreçlerden en fazla etkilenen faaliyetlerin başında gelmektedir. Değişen yağış koşulları,
ani don olayları, sıcak veya soğuk hava dalgaları, kuraklık bu faaliyet etkileyen başlıca
atmosferik süreçlerdir. Tarımın atmosferik afetlerden etkilenebilirliğini azaltmak yada riski
/ zararı minimize etmek için afet yönetiminin aşamaları açsısından yapılabilecek ilk adım,
tarım açısından risk yada zarar oluşturabilecek unsurların belirlenmesi olmalıdır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.