Type Here to Get Search Results !

Küresel İklim Değişikliği Ünite 1-7 Özet

 1.Kavramsal Tanımlamalar ve Süreçler

1.1. Atmosfer Ve Etkileri
Dünya atmosferinin bugünkü bileşiminde oransal olarak en önemli gaz bilindiği gibi% 78
ile azottur. Onu %21 ile oksijen ve % 1 ile diğer gazlar izlemektedir. Bu gazların
içerisinde su buharı, karbondioksit, metan gibi gazların değişen oranları sera etkisini
değiştirdiği için iklim değişiklikleri açısından önemtaşımaktadır.
Eğer dünyayı saran bu gaz küre olmasaydı dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı -18
oC
civarında olması gerekecekti. Oysa bugün dünya ortalama sıcaklığı +15
oC civarındadır.
Dolayısıyla atmosfer başlı başına bir sera etkisi yaratmaktadır.
İklimdeki ekstrem durumlar ayrı bir özellik arz etmektedir. Daha çok atmosfer kökenli
doğal afetler olarak tanımlanan bu ekstrem durumlar, sel, taşkın, fırtına gibi doğal afetleri
ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu kavramların içerisinde öne çıkan ve sonuçları
itibariyle daha kalıcı ve etkin izler bırakan kuraklık ise alansal ve zamansal olarak
izlenmesi gereken bir kavramdır. Kuraklık, Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele
Sözleşmesinde (BMÇMS) “yağışların kaydedilen normal seviyelerinin önemli ölçüde altına
düşmesi sonucu arazi ve su kaynaklarının olumsuz etkilenmesine ve hidrolojik dengenin
bozulmasına sebep olan doğal olaydır” şeklinde tanımlanmaktadır.
Kuraklık 3’e ayrılır:
1) Meteorolojik Kuraklık
2) Tarımsal Kuraklık
3) Hidrolojik Kuraklık
Meteorolojik kuraklık, belirli bir zaman periyoduna ait normal yağışlardan (genellikle
30 yıllık) meydana gelen sapma;
tarımsal kuraklık bitkinin kök bölgesinde büyüyüp
gelişmesi için yeterli nem bulunmaması durumu;
hidrolojik kuraklık ise uzun süre
devam eden yağış eksikliği neticesinde ortaya çıkan yeryüzü ve yer altı sularındaki
azalma ve eksiklikleri ifade eden bir tanım olarak değerlendirilmektedir. Günümüzde
yaşanan sorunu daha çok artan nüfus ve su kaynaklarının dikkatsiz kullanımı neticesinde,
yağışlardaki ekstrem durumların meydana getirdiği antropojenik kuraklık olarak
tanımlamak mümkündür.
İklimle ilgili çalışma yapan bilim dalı
klimatolojidir. Klimatoloji, “çevrenin şekillenmesi
yönünde hava olaylarının genel karakterlerini, coğrafi dağılışlarını inceleyen ve açıklayan
bir bilim koludur.” Klimatoloji ile uğraşanlara ise “klimatolog” denmektedir. İklimle ilgili
diğer bilim kolu ise
meteorolojidir. Meteoroloji “atmosfer olaylarını fizik bilimi yönünden
ve o olayda etkin olan termo ve hidrodinamik yasaları bularak, bunları bir takım
matematik formüllere bağlamak amacıyla inceler” şeklinde tanımlamak mümkündür.
Daima dinamik bir yapıya sahip olan iklimler, dünyanın var oluşundan bu yana hiçbir
zaman durağan olmamıştır. Jeolojik tarih açısından yakın dönem sayılabilecek
Kuaterner’de (yaklaşık 2 milyon yıldan günümüze) görülen glasyal (buzul) dönemler
küresel olarak bugüne göre 4-5
0C daha soğuk olmuş, buzul arası dönemler ise 1-2 0C
2
daha sıcak geçmiştir. Bu farklılıklar bölgesel ve yerel ölçekte daha da fazlaolmuştur. Öte
yandan insanoğlunun atmosfer üzerindeki özelikle son 100 – 150 yıllık olumsuz baskısı,
tüm çağlar boyunca görülenlerin içinde en yükseğidir.
İklim; sıcaklık, nem, rüzgâr, yağış gibi meteorolojik hadiselerin uzun yıllara ait ortalama
halidir. Bu açıdan, atmosferin kısa zamanlı durumunu ifade eden “
hava durumu
kavramından farklıdır.
Türkiye’nin coğrafi konumu açısından genel iklim karakteri Akdeniz iklimi olmakla birlikte
yükselti, bakı, karasallık gibi özelliklere bağlı olarak farklı alt iklim tipleri de
görülmektedir. Bu farklı alt iklim tipleri ölçek itibariyle daha bölgesel haritalarda
gösterilebilmektedir. Makroklimanın bir alt kategorisini “rejyonel ya da bölgesel klima”
kategorisioluşturmaktadır. Bu haritalar 1/5 ile 1/1 milyon oranında değişerek daha çok
bölgesel iklim tiplerini göstermektedir.
Bölgesel klimanın bir alt kategorisi ise “yöresel klima” olarak adlandırılmaktadır. Bu ölçek,
bölge içindeki yörelerde çeşitli modifikasyonlara uğramış yöre iklimlerinin özelliklerini
göstermek üzere kullanılmaktadır.
Son kategori ise metre olarak ifade edilebilecek kadar dar sahalarda yatay ve dikey
doğrultuda görülen farklı karakterleri ifade etmek üzere kullanılan “mikroklima” tanımıdır.
2.Paleoklimatoloji ve Jeolojik Devirlerde İklimler
2.1.Eski Meteorolojik Kayıtlar
Eski meteorolojik kayıtlar daha çok günümüzden 150 yıl öncesine kadar giden bir süreci
kapsayabilmektedir. Sıcaklık, yağış gibi temel meteorolojik elemanların arşivlendiği bu
rasatlar “aletsel dönem” iklimlerinin anlaşılmasında yardımcı olmaktadır.
2.2.Dendrokronoloji ve Dendroklimatoloji
Dendrokronoloji, ağaçların yaş halkaları vasıtasıyla yaşlandırılması olarak tanımlanabilir.
Ayrıca yıllık halkaların analizine dayalı bir yaşlandırma yöntemi olan dendrokronolojide,
ağaçların bazı temel bireysel özelliklerinin de bilinmesi gerekir.
Güncel iklim özellikleri ile geçmişteki iklim özelliklerinin dendrokronolojik yöntemlerle
araştırılması dendroklimatoloji, aynı özelliklerin haritalanması amacıyla yıllık halka
analizlerinin kullanılması da dendroklimatografi olarak tanımlanmaktadır.
2.3.Polen Analizleri
Polen analizleri botanik biliminin bir alt dalı olan Palinoloji’nin çalışma alanına girmektedir.
Bu bilim dalı bitkilerin polen ya da sporlarının araştırılmasına dayanmaktadır.
2.4.Fosiller
Bir sahanın paleoklimatolojik ya da paleocoğrafik özelliklerinin anlaşılması için
izlenebilecek yöntemlerden biri de fosil flora ya da fauna araştırmalarıdır. Bugünkü
yeryüzünün alt katmanlarında ulaşılan bitki ya da hayvan fosilleri, o sahada hüküm süren
eski iklimler hakkında fikir vermektedir.

3
2.5.Buz Karotları
Günümüzde gittikçe artan oranda buz karotları üzerinde çalışmalar yapılmaktadır.
Özellikle, kutup bölgelerinden alınan buz karotları içerisinde oksijen izotoplarının
aranması neticesinde eski iklimlerin özelliklerinin ortaya konmaya çalışılmaktadır.
2.6.Jeomorfolojik Deliller, Klimajeomorfoloji
Kelime anlamı yer şekilleri bilimi olan jeomorfoloji, yer kabuğu üzerinde, iç ve dış etmen
ve süreçler tarafından meydana getirilen yer şekillerini inceleyen bilim dalıdır.
Jeomorfolojinin ilgilendiği yeryüzü şekilleri, tanımdan da anlaşılacağı gibi başta iklim
olmak üzere yapı, volkanizma, yerkabuğu hareketleri, aşındırma etmen ve süreçleri ile
zamanın kontrolünde gelişmektedir. Litolojik veya tektonik yapı, bir yüzeyin aşındırma
etmen ve süreçleriyle alacağı şekli belirleyen önemli bir unsurdur. Yüzeyin yatay, kıvrımlı
ya da faylı olması veya kayaçları oluşturan minerallerin özellikleri o yüzeyin evriminde ve
bugünkü jeomorfolojik görünümünde rol oynamaktadır. Bunun gibi yer kabuğu
hareketleri, epirojenik ya da orojenik hareketler, kırılma ve faylanmalar da jeomorfolojik
görünüme şekil vermektedir. Bunun yanında fiziksel parçalanma, kimyasal ayrışma,
buzullar, rüzgârlar ve canlılar birer aşındırma etmeni olarak yeryüzünün alacağı
görünümü tayinetmektedir.
2.7.Toprak ve Sedimantasyon
Yeryüzündeki ayrışma, taşınma ve biriktirme olaylarının oluşmasında, yeryüzünün
şekillenmesinde iklim aktif bir rol oynamaktadır. Bu açıdan toprak oluşumu ve
sedimantasyon tıpkı jeomorfolojik şekillenmede olduğu gibi iklimle son derece sıkı ilişkiler
içersindedir.
Sedimantasyon oluşumu da iklim hakkında fikir veren bir başka süreçtir. Evaporitler gibi
tortul kayaçlar, sıcak ve kurak iklim altında ortaya çıkan kuvvetli buharlaşma neticesinde
oluşmaktadırlar. Bu kayaçların varlığı bugün farklı olsa da en azından bir dönem sıcak–
kurak bir iklimin varlığına işaret edebilmektedir.
2.8.Jeolojik Devirler Boyunca İklimler
Yaklaşık 4,6 milyar yaşında olan dünyanın, bu süre içinde sürekli aynı özellikteki iklimlerin
etkisi altında olmadığı yapılan birçok araştırmada ortaya konmuştur. Genel olarak
bakıldığında Sanayi Devrimine kadar doğal süreçlerin hâkimiyetinde gerçekleşen iklim
değişimlerine, Sanayi Devriminden sonra insan etkisi de katılmaya başlamıştır.
Adlandırılan en eski zamanlardan biri olan Arkeen (veya Arkeyan) 2 milyar 500 milyon yıl
ile 3 milyar 600 milyon yıl öncesini ifade etmektedir. Doğal olarak bu devire ait
bilgilerimiz çok fazla olmamakla birlikte genel kanı bu devrin sıcak bir karakter
göstermediği yönündedir. Bu devrin önemli süreçlerinden biri suda ortaya çıkan
fotosentetik bakterilerin okyanuslarda oksijen birikimlerini başlatmışolmasıdır.
Proterozoik’te dünyanın buzullarla kaplı olduğu periyodların bulunduğu ifade edilmektedir.
630 – 790 milyon yıl öncesine rastlayan bu süreçte dünyanın her tarafını kaplayan
buzullar kalın bir örtü oluşturmuşlardır. Okyanus ve karaların buzullarla kaplı oldu bu
dönem
kartopu yeryüzü (Snowball Earth) olarak adlandırılmaktadır.
4
Günümüzden yaklaşık 230 ile 570 milyon yıl öncesinde yaşanan Paleozoik zaman birçok
alt zaman dilimlerine ayrılmaktadır. Son devirden başa doğru, Permiyen’den başlayarak
Kambriyen’e kadar 6 zaman dilimine ayrılan bu dönemde iklimlerin farklı ısınma –soğuma
süreçlerini yaşadığını gösteren izlere rastlanılmaktadır.
Paleozoik’in alt dönemlerinden biri olan Devon’da (345 ile 395 milyon yıl öncesi) nispeten
sıcak–nemli bir iklim kuşağının varlığı yanında bazı sahaların çöl iklimi altında olduğuna
dair kanıtlar bulunmaktadır. 280 ile 345 milyon yıl öncesinde devam eden Karbonifer
döneminde ise başlangıçta soğuma ve buzullaşma koşullarının geliştiği anlaşılmaktadır.
Paleozoik’in son dönemi olan Permiyen’de ise (230 – 280 milyon yıl öncesi) soğuma ve
buzullaşma devam etmiş, Avrupa ve Kuzey Amerika’da şiddetli kurak koşullar
ortayaçıkmıştır.
Dinazorlar çağı olarak bilinen Mezozoik, Paleozoik zamanın bitiminden sonra geçilen yeni
zamanın adıdır. Günümüzden yaklaşık 65 ila 230 milyon yıl öncesini kapsayan bu zaman
dilimi 3 alt döneme ayrılmaktadır. Eskiden yeniye doğru,
Trias, Jura ve Kretase olarak
isimlendirilen bu dönemlere ait paleoklimatolojik verilere daha fazla ulaşılabilmektedir.
Hatta kutuplarda buzullaşmanın olmadığına dair izler de görülmektedir. Başka açıdan
değerlendirildiğinde, bugün eridiği ifade edilen kutup buzullarının en azından
günümüzden milyonlarca yıl öncesinde, belirli dönemlerde de olmadığı anlaşılmaktadır.
Dünya genelinde Permiyen’de başlayan kurak ve karasal iklim sürecinin Mezozoik’in ilk
dönemi olan Trias’ta da devam ettiği sanılmaktadır. Trias’ın arkasından gelen Jura’da ise
iklim nispeten daha nemli hale gelmiş, buna bağlı olarak bitki örtüsü daha gür olmuş ve
dünya geneline yayılmıştır. Daha sonra geçilen Kretase’de ise sıcaklıklar bir miktar
düşmekle birlikte, buzullaşmaya yol açacak bir seviyede görülmemiştir.
Jeolojik dönemlerin
en sonuncusu ve en kısası olan Kuaterner’e ya da 4. zamana
(günümüz ile 2 milyon yıl öncesi) gelindiğinde artık ilk insan türünün yeryüzü üzerinde
dolaştığını ve modern yaşamın temellerinin atıldığı görmekteyiz. Kuaterner’in neredeyse
tamamını kaplayan Pleistosen’e buzul çağları damgasını vurmaktadır. Nispeten eski
kaynaklarda Tuna, Günz, Mindel Riss ve Würm olarak 5 buzul dönemine ayrılan Pleistosen
için bugün 20’ye yakın buzul dönemi atfedilmektedir. Buzul dönemlerinde dünyanın 1/4’ü
ile 1/3’ü kadar bir alanın buzullarla kaplandığı görülmektedir. Bugün dünyanın yaklaşık
1/10’unun buzullarla kaplı olduğu düşünüldüğünde, Pleistosen buzullaşmasının etkisi
daha iyi anlaşılabilir. Genel olarak bakıldığında Pleistosen’deki iklim oynamalarından
Türkiye’nin de içinde bulunduğu
orta enlemlerin daha fazla etkilendiği görülmektedir.
Son buzul dönemi olarak kabul edilen Würm’ün etkisinin tamamlanıp günümüz
koşullarına geçildiği dönem Holosen olarak adlandırılmaktadır ve bu dönem yer yer farklı
rakamlar verilse de günümüzden yaklaşık 11. 600 yıl öncesine dayanmaktadır. Holosen’in
tamamına bakıldığında genel bir ısınma eğiliminden bahsedilebilir
2.9.Postglasyal İklimOptimumu
Sıcak devre olarak da adlandırılan bu devre günümüzden yaklaşık 5-7.000 yıl öncesini
kapsamaktadır. Orta Avrupa’da sıcaklıklar Pleistosen sonlarına göre 8-10
oC daha
yükselmiştir.
2.10.Soğuk İlk Çağ
Pleistosende olduğu gibi Holosende de ısınma ve soğuma süreçleri birbirinitakip etmiştir.
5
Tabi dönemler daha kısa olarak. Günümüzden yaklaşık 2900 – 2450 yıl öncesi bu
dönemde sıcaklılar düşük seyretmiştir.
2.11.Sıcak Ortaçağ
MS 800–1200 yılları arasını kapsayan bu dönemde ikinci bir optimum yaşanmıştır. Bu
dönem Avrupa’nın küçük buzul çağından önceki sıcak dönemine karşılık gelmektedir.
Sıcak Ortaçağ Dönemi ilk kez
H.H. Lamb tarafından 1965 yılında ortaya konmuştur.
2.12.Soğuk Yeniçağ (Küçük BuzulÇağı)
MS 1400-1850 yılları arasını kapsayan bu dönem küçük buzul devri ya da çağı olarak da
adlandırılır. Sıcaklıkların bu güne göre 1-3
oC düştüğü bilinmekle birlikte, buzullar yeniden
ilerlemiştir. Bu dönem günümüzde görülen ısınma öncesindeki son soğuk dönemdir.
Küçük Buzul Çağının başlarından itibaren Kuzey Atlantik’te sıcaklıkların 2-3
oC’ler
civarında düşmüş olduğu bilinmektedir. Bu düşüş doğal olarak Grönland’ı çevreleyen
buzul kütlelerinin büyümesine yol açmıştır.
2.13.Son Isınma
Son ısınma dönemi1850-1900’lerden itibaren günümüzü kapsayan bir dönemdir. İklim
kayıtlarının düzenli tutulduğu ve yaygın olduğu bu dönem rasat anlamında iyi takip edilen
bir dönemdir. Sıcaklılarda genel olarak yükselmeler sürerken, buzullarda gerilemeler
devam etmektedir. Günümüzün iklim veya meteoroloji bilimi açısından önemi, aletsel
dönemin başlamış olmasıdır.
3.İklim Değişikliğinin Doğal ve Antropojenik Nedenleri
1. İklim Değişikliklerinde Doğal Nedenler Ve Süreçler
İklim değişikliklerine neden olan doğal süreçler genel olarak uzun süreli değişimlerin
nedenleridir. Daha çok jeolojik dönemler içersine yayılan bu değişimlerin farklı nedenleri
vardır.
Genel olarak bu nedenleri 3 grupta toplamak mümkündür:
1. Güneşten gelen enerjide görülen değişimler
2. Atmosferin bileşiminde veya özelliklerinde meydana gelecek değişimler
3. Yeryüzünün fiziki coğrafya karakterinde meydana gelen değişimler
1.1. Güneşten Gelen Enerjide GörülenDeğişimler
3.1.1.1.Güneş Lekeleri
Yeryüzünün esas sıcaklık kaynağı olan güneşten gelen enerji her zaman aynı olmamakla
birlikte atmosferin üst sınırında ortalama olarak 2.00cal /cm
2/ dakika olarak kabuledilir.
Güneş sabitesi ya da solar konstant olarak ifade edilen bu değer atmosferin enerji
bilançosu açısından da önemlidir. Kalori cinsinden verilen bu değer günümüzde uydularla
yapılan gözlemler neticesinde yıllık ortalama
1366 W/m2 olarak da verilmektedir.
Toplam solarradyasyon dünyanın güneşe olan mesafesinde yıl içinde görülen değişimler
neticesinde ortalama olarak Ocak ayı için 1412 W/m
2, Temmuz ayı için 1321 W/m2
olmaktadır.
6
Güneş sabitesi ya da solar konstandı etkileyen değişimlerden biri güneş lekeleri ile
ilgilidir. Güneş lekesi, güneş yüzeyinde çevresine göre nispeten daha soğuk ancak
manyetik etkinliklerin gözlemlendiği alanlardır. Güneş lekelerinin sayıları 11 yıllık
periyotlar içerisinde değişim göstermektedir. Yapılan gözlemlerde bu sayıların arttığı ya da
azaldığı dönemlerde sıcaklıkların da değişim gösterdiği vurgulanmaktadır. Örneğin
Maunder Minimumu olarak adlandırılan dönemde (1645 1715’ler arası) güneş lekeleri
sayısı oldukça azalmıştır. Yine 1800’lü yılların başında Dalton Minimumu adı verilen
dönemde de bu sayılar azalmıştır. Bu dönemler 1850’li yıllarda sona erdiği kabul edilen
Küçük Buzul Çağı’nın en soğuk dönemlerine denk gelmektedir. Dalton Minimumu kavramı
İngiliz meteorolog John Dalton’un adıyla anılan ve 1790 – 1830 yılları arasındaki
dönemde düşük güneş aktivitesini tanımlayan ifadedir. Aynı şekilde Maunder Minimumu
olarak adlandırılan dönem de 1645 – 1715 yılları arasında azalan güneş lekelerini ilk
ortaya koyan Edward W. Maunder’in adının verildiği dönemdir.
Güneş lekeleri sayılarının 11 yıllık periyodlar halinde gösterdiği kabul edilen bu değişim
“güneş lekesi döngüsü” (sunspot cycle) olarak adlandırılmaktadır. Güneş lekesi döngüleri
1755 yılından itibaren düzenli olarak numaralandırılmaya başlanmıştır. Bu tarihten
günümüze kadar izlenen döngü sayısı 23’tür. Mayıs 1996’da başlayan bu dönem, 2008
yılında yerini 24. döngüye bırakmıştır.
3.1.1.2.Dünyanın Hareketleri
Dünyanın başlıca 3 çeşit hareketi bulunmaktadır. Bunlar, dünyanın kendi ekseni etrafında
dönmesi (
rotasyon), güneşin etrafında dönmesi (revolusyon) ve kendi etrafında
dönüşü sırasında oluşan topaç hareketi (
presisyon)dir. Rotasyon sırasında gece –
gündüz değişimlerinin yaşanmasına bağlı olarak güneşten gelen enerjide değişimler
olacağından günlük sıcaklık farkları ortaya çıkmaktadır. Revolusyonda ise dünyanın güneş
etrafında elipsoid bir yörüngede döndüğü varsayılarak yıllık sıcaklık değişimleri ve
mevsimlik farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
Yörünge ekseni ile dünya ekseni arasında var olan 23
o27’lık açıya eksen eğikliği denir.
Genel coğrafi bilgilerimizdeki bu sabit rakam gezegenlerin çekim etkileri nedeniyle aslında
sabit değildir. 21.8
o ile 24.4o arasında değişim göstermektedir.
Eksen eğikliğinin önemi mevsimlerin oluşmasında ortaya çıkmaktadır. Eksen eğikliğinin
21.8
oile 24.4oarasında değişmesi için geçen süre ise 41.000 yıldır. Bugün eğikliğin 23o 30’
olduğu ifade edilmektedir.
Dünyanın hareketleri ve bu hareketlerin gösterdiği ve periodik olduğu düşünülen
devrilikler Sırp Astronom Milutin Milankovic tarafından 1930’lu yıllarda ortaya konmuştur.
Ona göre dünyanın göstermiş olduğu temel 3 hareket yani rotasyon, revolusyonve
presisyon hareketleri sabit bir ekseni takip etmeyerek devinim göstermektedir. Yörüngede
görülen presisyonun tekrarlanma frekansı ise 105.000 yıldır. Presisyon sonuçları itibariyle
en büyük etkisini tropikal kuşağın ısınması üzerinde göstermekle birlikte, genel atmosfer
sirkülasyonu ve onu oluşturan küresel ısınma – soğuma farklılığı nedeniyle tüm yerküre
üzerinde etkiliolmaktadır.
3.1.1.3.Güneşlenme Süresi
Güneşlenme süresi yeryüzünün güneş ışınlarına maruz kaldığı süreyi içeren bir
tanımlamadır. Yeryüzündeki bir alan ne kadar çok güneşlenmeye maruz kalırsa alacağı
enerji de o kadar fazla olacaktır. Güneşlenme süresini etkileyen süreçlerin içerisinde

7
elbette gece – gündüz uzunluklarının değişimi gelmektedir. Bunun yanında bulutlanma da
önemli bir diğer etkendir. İlerideki konuda daha detaylı örnekler verileceği gibi
yeryüzünün aktif volkanları da güneşlenme üzerine etkili olabilmektedirler.
3.1.1.4.Atmosferin Bileşiminde Veya Özelliklerinde Meydana Gelen
Değişimler
Bu yaklaşımların temel fikri, radyasyon enerjisinin atmosferden geçişi sırasında uğradığı
değişikliklerin ve kayıpların genel olarak iklim salınımlarına neden olduğudur. Bugün
dünya gündeminde sıkça bahsedilen sera etkisi de bu gruba girmektedir.
Atmosferi oluşturan gazların bu günkü karışımı bilindiği gibi genel hatlarıyla %78 Azot
%21 Oksijen ve % 1 oranında da asal gazlardır. Oksijen yaşam için büyük önem taşırken,
% 1’lik asal gazların içerisinde yer alan su buharı, karbondioksit, metan ve havadaki
tozlar iklimler için büyük önem taşımaktadır. Bu gün küresel ısınmanın ya da iklim
değişikliğinin temel nedenleri arasında gösterilen CO
2 bir sera gazı olarak önemli bir
etkiye sahiptir.
3.1.2.Yeryüzünün Fiziki Coğrafya Karakterlerinde Meydana Gelen
Değişimler
Bu hipotezler, jeolojik devirler içinde meydana gelen orojenik ve epirojenik
hareketlerin, yüzey karakterini, eğim, bakı ve yükseltiyi değiştirdiği için iklimlerde de bir
değişim görüldüğü üzerine kurulmuştur. Buna göre örneğin Pleistosende meydana gelen
buzullaşmalar, Alp orojenezinin doğal bir sonucudur.
Wegener, bir iklim bilimci olan Köppen ile yaptığı çalışmalar neticesinde, aslında tüm
jeolojik devirler boyunca iklim kuşaklarının mevcut olduğuna, ancak yer kabuğu
parçalarının yer değiştirmesinin aynı sahada jeolojik dönemler boyunca farklı iklimlerin
görülmesine neden olduğunu ileri sürmüştür.
Bununla birlikte fiziki coğrafya karakterlerinde değişim sadece dağ oluşumu veya kıtaların
kayması teoremi ile açıklanmamalıdır. Aynı zamanda yüzey albedolarında değişiklik
yaratan süreçler de bu gruba dahil edilmelidir. Başka kelimelerle, yeryüzünün orman,
step, göl gibi büyük alanlarda görülen değişim, bu yüzeylerin albedolarını
değiştireceğinden iklimlerde de bir değişikliğe neden olabilecektir.
İklim değişikliğine neden olan temel faktörler olarak antropojenik süreçleri de
görmezden gelmek mümkün değildir. 1850’li yıllardan sonra artan sanayileşme
neticesinde daha fazla fosil yakıt kullanımı, ormanların kesilmesi, yanlış arazi kullanımı
gibi nedenlere bağlı olarak atmosfere dünya tarihinde hiç olmadığı kadarıyla
karbondioksit ve diğer sera gazları verilmektedir. Bu gazların oluşturduğu sera etkisi
bütün atmosferde etkili olduğu ifade edilmekle birlikte, esas etki bu sera gazlarının
kaynakları civarındadır.
İnsanın iklim süreçleri üzerine olası etkilerini şu başlıklar altında gruplamak mümkündür:
3.2.Yüzey Değişiklikleri
Yüzey değişikliklerinde üzerinde durulması gereken konu insanın dünya üzerinde yapmış
olduğu faaliyetlerle o alanlara verdiği etkilerdir. Dünya nüfusunun ilk defa 1850’li yıllarda
1 milyarı geçmesinden sonra hızla artmaya devam etmiştir. Bu süreçte gerçekleşen

8
Sanayi Devrimi, fosil yakıt kullanımını insanlığa öğretirken, artan kazançlarla birlikte
sağlık ve barınma alanında görülen gelişmeler neticesinde insanoğlunun ortalama ömrü
de uzamaya başlamıştır.
Artan nüfusun temel ihtiyacı olan beslenme ve barınmanın kaynağı da tahminedileceği
gibi doğadır. Böylece doğal kaynaklar üzerine gelen aşırı baskılar neticesinde, büyük
orman alanları ortadan kalkmış, sulak alanlar kurutulup tarıma açılmış, yoğun yerleşme
dokuları özellikle kıyı bölgelerde birikmiş ve artan nüfus adına şehirden en dar bir alana
sıkışıp kalmıştır. Bununla birlikte yukarıda da ifade edildiği gibi (örn. GAP) dünyanın
değişik bölgelerinde yürütülen büyük projelerle yüzeysel değişiklikleryapılmıştır.
3.3.Şehirleşme Süreci
Çarpık şehirleşme bir yandan o alandaki iklim karakterlerini bozarak, yeni iklim özellikleri
yaratırken diğer yanda meteoroloji istasyonlarının verilerinde de değişikliklere neden
olmaktadır. Bugün dünya üzerinde kurulu yüzlerce meteoroloji istasyonunun önemli bir
kısmı gelişen ve büyüyen şehirlerin içlerinde kalmıştır. Ülkemizde de bunun örneklerine
sıkça rastlanılır. Öte yandan şehirlerimiz atmosferi yakından ilgilendiren hava kirliliğinin
de tehdidi altındadır. Hava kirliliği sonucunda özellikle şehirlerde inversiyonun da etkisiyle
ağırlığını hissettiren sera etkisi, zamanla “şehir ısı adası” kavramını doğurmuştur. Bu
kavramı en geniş anlamıyla, birer kara cisim olarak gündüz güneşten aldığı enerjiyi gece
tekrar atmosfere ısı enerjisi olarak veren şehir elemanlarının, özellikle gece sıcaklıklarının
yükselmesine neden olarak, şehirlerin komşu kırsal alanlardan daha yavaş soğumasını
sağlayan, dolayısıyla daha sıcak kalmasıyla ortaya çıkan durum olarak açıklamak
mümkündür.
Aslında şehir ısı adası kavramını ortaya çıkaran şehirsel iklim değişimleri tek
başına kirliliğin ve sera etkisinin bir sonucu olmayıp, şehirleşme ile birlikte doğal
yüzeylerin ortadan kalkarak birer kara cisim olan asfalt ve beton gibi malzemelerin bu
doğal yüzeylerin yerini almasıyla gerçekleşmektedir.
Türkiye için yapılan bir çalışmada yapılan istatistiksel analizler sonucunda görülen pozitif
trendlerin güneşten gelen enerji miktarı ile yapı yoğunluğu arasındaki ilişkiye bağlı olarak
ilkbahar ve yaz aylarında kuvvetlendiği belirlenmiştir.
3.4.Sera Gazı Salımları
Küresel ısınmaya yol açan sera gazları; esas olarak, fosil yakıtların yakılması (enerji ve
çevrim), sanayi (enerji ilişkili; kimyasal süreçler ve çimento üretimi, vb. enerji dışı),
ulaştırma, arazi kullanımı değişikliği, katı atık yönetimi ve tarımsal (enerji ilişkili; anız
yakma, çeltik üretimi, hayvancılık ve gübreleme vb. enerji dışı) etkinliklerden
kaynaklanmaktadır.
Atmosferde sera gazı olarak en fazla dikkat çeken gaz olan CO
2, doğal yollardan
atmosfere ulaşabilmektedir. Bu yolların en önemlilerinden bir volkanik patlamalar ve
halen aktif olan volkanlardır. Bunun dışında canlıların soluması ya da okyanuslardaki
ısınmaya bağlı olarak yüzey sularında depolanmış karbondioksitin serbest kalmasıyla
atmosfere karışabilmektedir.
Sera gazlarının salımı açısından dünyada öne çıkan devletlerin başında bilindiği gibi ABD
gelmektedir. ABD’nin yıllık salınım miktarı 7 milyar tonu geçmektedir. BM raporlarına göre
41 sanayileşmiş ülkenin sera gazı salımı 2000–2004 döneminde %2.4 artış göstermiştir.

9
Sera gazı salımının azaltılması için uluslar arası süreçte en önemli önlemlerden biri
olan ve 1997 yılından imzalanan ancak 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’nde
istenen sonuçlara ulaşamamıştır. Protokol, imza atan ülkelere atmosfere saldıkları sera
gazı miktarını 1990 yılı düzeyinden % 5 daha aşağıya çekmeleri zorunluluğunu
getirmiştir.
4.İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ETKİLERİ VE KÜRESEL DEĞİŞİMLER İLE
BÖLGESEL YANSIMALAR
Küresel iklim değişikliğinin etkileri konusu aslında sadece yaşayan organizmalar için değil,
aynı zamanda abiyotik unsurlar açısından da önemlidir. Başka bir ifade ile iklim değişikliği
başta insanlar olmak üzere bitki ve hayvanları da içeren biyotik unsurlar için önemli
olduğu kadar, ekosistemin abiyotik unsurlarını oluşturan su, toprak ve yüzey şekilleri
açısından da önemlidir.
Bugün büyük iklim kuşakları ile morfoklimatik bölgeler arasındaki uyum dış etmen ve
süreç olan iklimin eseridir. Ancak bu noktada unutulmamalıdır ki yüzeyi şekillendirmede
iklimin en büyük yardımcısı “zaman” ya da “süre”dir.
Klimajeomorfolojik ya da morfoklimatik şekillerin oluşumunda ilk çıkış noktası aslında
tektonizmaya bağlı oluşumlardır. Tektonik hareketlere bağlı olarak ortaya çıkan bir
arazinin şekli ve yüksekliği o araziyi işleyecek olan iklim etmeni ve zaman için temel çıkış
noktasıdır. Yani belli bir yüksekliğe ve şekle sahip bir arazinin dış kuvvetler tarafından
nasıl işleneceği iklime ya da bulunduğu iklim bölgesine bağlıdır. Örneğin sürekli nemli
tropikal bölgelerde toprak oluşumunu etkileyen olumlu süreçlere bağlı olarak daha
“törpülenmiş” yuvarlak şekillere sahip olabilirken, soğuk iklim bölgelerinde donma-
çözülme süreçlerinin etkisinde daha keskin hatlara sahip şekiller görülmektedir.
Diğer yandan iklim değişikliklerinin morfoklimatik anlamda etkileri farklı gelişebilmektedir.
Uzun süreli değişimler genel topografyayı şekillendirmiş olmakla birlikte kısa süreli
salınımlar ise (100-1000 yıl gibi) daha çok birikinti şekilleri üzerinde etkili olabilmektedir.
Ancak her ne ölçekte olursa olsun iklim değişikliği, başta da ifade edildiğigibi abiyotik
faktörler üzerinde ve özellikle jeomorfolojik şekillenme üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
Bunun dışında iklim değişikliğinin toprak oluşumu, hidrolojik döngü, buzul seviyelerinde
değişimler, deniz seviyesinde değişimler gibi hem birbiri ile bağlantılı hem de bağımsız
çalışabilen ekosistem unsurları ile doğrudan etkileşimi bulunmaktadır.
Sürdürülebilir yaşam ve kalkınma için karasal ve sucul ekosistemlerin yanı sıra sosyo
ekonomik süreçlerde büyük öneme sahiptir. Bu anlamda temel geçim kaynakları
içerisinde yer alan tarım, ormancılık, balıkçılık ve hatta hizmet sektörü içerisinde yer alan
turizm, sigortacılık gibi alanlar da iklim değişikliği ile doğrudan ilişkili ekonomik
faliyetlerdir.
Küresel ortalama sıcaklıklarda görülebilecek 1 – 3,5
oC’lik artışın günümüz sıcaklık
kuşaklarını kutuplara doğru 150-550 km kaydırabileceği ya da dikey yönde dağların üst
kesimlerine doğru orobiyom basamaklarını da yaklaşık 150 -550 m yükseltebileceği
öngörülmektedir. Bunun anlamı, orta kuşağın daha sıcak bir hal alması ile kutup ikliminin
daha dar alana çekilmesidir.
İklim değişikliği ile birlikte kıyı ekosistemlerinde daha dramatik değişimleri olacağı

10
beklentisi yüksektir. Isınan atmosfere bağlı olarak buzulların erimesi kıyı seviyelerindeki
değişimler kıyı ekosistemlerinin tahribatına neden olacağı gibi, kaide seviyesinin
değişimine bağlı olarak akarsu yataklarında da bir dizi değişimler olası problemler olarak
bizi beklemektedir.
İklim değişikliklerinin tehdidi altında olan biyoçeşitlilik kaybı, IPCC’ye göre eğer sıcaklık
artışları 1.5
oC ile 2.5oC arasında gerçekleşirse %20–30 arasında olacağı tahmin
edilmektedir. Başka bir ifade ile ortalama sıcaklıklardaki 2.5
oC’lik artışın bitki ve hayvan
(biota) toplulukları üzerinde % 30’luk bir tür kaybını getirebileceği beklenmektedir.
İklim değişikliğinin turizm açısından etkileyeceği önemli bir diğer coğrafi alan ise kutuplar
ve dağlık alanlardır. Bu alanlar kar örtüsü ve buzulların varlığı açısından birbirlerine
benzerler. Bu açıdan yaşadıkları riskler de benzer özellikler göstermektedir.
İklim değişikliğinin turizm sektörüne olası etkileri son yıllarda giderek önem kazanan bir
konu olmuştur. 2007 yılında gerçekleştirilen Davos Zirvesi öncesinde de, 2003 yılında
Tunus’un Djerba kentinde “1. Uluslararası İklim Değişikliği ve Turizm Konferansı”
düzenlenmiştir. 2007 yılında yapılan 2. zirvede de 1. zirveye benzer bir yaklaşım
içerisinde iklim değişikliği ve turizm alanında gelecek çalışmalara yön verilmesi ve iklim
değişikliği ile mücadele süreci yanında adaptasyon koşulları değerlendirilmiştir.
Gerçekten, bu gün özellikle iklim değişikliğinin temel nedeni olarak verilen sera gazı
salımlarının azaltılmasında turizm sektörüne düşen görevler vardır. Ancak doğal süreçler
içersen de devam edecek değişime adapte olmak da en az mücadele kadar önemli
olmalıdır.
İklim değişikliklerinin turizm destinasyonları ve onların sürdürülebilir
kullanımına olan etkileri maddeler halinde verirsek;
1-İklimin doğrudan etkisi:
İklim turizm için en temel doğal kaynaktır. Aynı zamanda
turizmin maliyeti üzerinde doğrudan etkisi vardır.
2-İklim değişiklikleri neticesinde oluşacak çevresel değişikliklerin dolaylı
etkileri:
İklim gibi çevresel özellikler de turizm üzerinde etkilidir. Susuzluk, bioçeşitlilik
kayıpları, doğal afetlerde artış trendi, kıyı erozyonu veya kıyı çizgisinde değişiklikler
(deniz seviyesi yükselmesi) gibi degredasyonel ekosistem değişimleri turizmi bölgesel
anlamda etkilemektedir.
3-Turist tercihlerindeki değişkenlik üzerine iklim değişikliği ile mücadele
politikalarının etkisi:
İklim değişikliğine neden olan süreçlere karşı ulusal ve uluslar
arası bazda bir mücadele başlamıştır. Bu mücadele turist akışı üzerinde de etkili
olmaktadır.
4-Toplumlarda oluşan sosyal değişiklikler üzerine olan dolaylı etki: Turizmbirçok
ülke için önemli bir ulusal gelir kaynağı olduğu düşünülürse, turizm gelirlerindeki
azalmanın doğrudan kişi başına düşen milli gelirde azalmaya neden olacağı anlaşılabilir.
5-Hassas olan “Sıcak Nokta” destinasyonları: İklim ve çevresel anlamda dış
etkenlere hassasiyetleri olan ve bu nedenle “sıcak nokta” tanımlaması yapılabilen
destinasyonlar iklim değişikliklerinden her iki yönde de (pozitif – negatif)

11
etkilenebilecektir.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin 5.Değerlendirme Raporu’na göre
bölgesel ölçekte ve bölgeler arası ölçekte görülen değişimler şöyle özetlenmiştir:
1950’den itibaren küresel anlamda aşırı (ekstrem) hava olaylarında değişimler
görülmekte ve soğuk günlerin sayısı azalırken sıcak günlerin sayısı artmıştır. Bununla
birlikte Avrupa, Asya ve Avustralya’da sıcak hava dalgalarının sıklığı daha da artmıştır.
Buna karşılık kuvvetli ya da şiddetli yağışların artış gösterdiği bölgeler, bu tarz yağışların
azalış gösterdiği bölgelerden daha geniş yer tutmaktadır. Başka bir ifade ile kuvvetli yağış
görülen bölgeler (özellikle karalar üzerinde) daha fazla yer kaplamaktadır. Yine bununla
birlikte kuvvetli yağış sıklığının ve şiddetinin Kuzey Amerika ve Avrupa’da artmış olması
dikkat çekicidir. Bu bölgelerin dünyanın en fazla nüfus yoğunluğuna sahip olmaları, en
fazla sanayileşen ve şehirleşen bölgeleri olması da ayrı bir dikkat konusudur.
5.GELECEK İKLİM SENARYOLARI
Birçok konuda geleceğe yönelik olarak bazı veriler ve bilgisayar yardımıyla senaryolar
üretilmektedir. Değişik veri tabanına ve uygulama yöntemlerine göre birçok "iklim
değişimi" senaryosu üretilmektedir. Bunlardan bir tanesi olan BM Hükümetler Arası İklim
Paneli (IPCC) öngörüsüdür. Bu senaryolardan en çok kullanılanlardan biri olan (A2)
senaryosu bugün küresel anlamda görülen yaşam biçiminin devam etmesi üzerine
kurulmuştur. (B2) olarak adlandırılan senaryo ise insanlar biraz daha yarattığı çevresel
sorunlarla yüzleşmiş ve çözümü için çaba harcamaya başlamış bir süreç üzerine
kurgulanmıştır. Bunun dışında (A1) (B1) senaryoları ile bunların alt senaryoları olarak 40
kadar senaryo mevcuttur.
Gelecek iklimlerine yönelik rakamlar ve beklentiler sürekli değişmekle birlikte genel kabul
görmüş değerlendirmelerden biri, 2100 yılına kadar sıcaklıklar 1990’a göre ortalama
2oC
artacaktır. Buna göre deniz seviyeleri de ortalama 50 cm yükselecektir. Türkiye’de ise A2
senaryosu çerçevesinde2070–2100 yılı sıcaklıklarının bu güne göre 2-6
oC artacağı tahmin
edilmektedir.
Diğer yandan farklı kaynaklardan birçok raporun da dünya kamuoyuna yansıdığını
izlemekteyiz. Bunlardan biri olan ve Pentagon Raporu olarak hatırlayabileceğimiz raporda
yine felaket senaryolarına yer veriyordu. Söz konusu raporun ülkemiz kamuoyuna
yansımasında açıklanan ifadelerden biri 10 yılda sıcaklıklarda 5-10 derece artış olacağı
idi.
Tablo 2: Santigrad – Fahrenheit Çevirim Tablosu
Bugün varlığı ifade edilen ısınmanın nedenleri artık 2 grupta ele alınmaktadır.

Birim Çevrilecek
birim
Çevrim formülü
Santigrad
(C)
Fahrenheit (F) °F = °C × 1,8 +
32
Fahrenheit
(F)
Celsius (C) °C = (°F – 32) /
1,8


12
1)Doğal süreçler: Daha çok jeolojik dönemler içersine yayılan iklim değişikliklerinin
açıklanmasında ele alınan bu süreçler temelde güneş enerjisinin yeryüzüne ulaşmasında
ya da atmosferin bileşiminde görülen değişimlere dayanmaktadır.
2)İnsan etkisi: Bu süreç daha çok atmosfere doğal olmayan yollardan aşırı miktarda
verilen sera gazları neticesinde sıcaklıkların artmasını ifade etmektedir.
Türkiye, orta kuşakta, Akdeniz’in doğusunda yer alan bir ülke olarak bütünüyle
Akdeniz
makroklimasının
etki sahası altında olan bir ülkedir. Türkiye’yi ilgilendiren basınç
merkezleri kuzeyde 2 adet ve güneyde 2 adet olmak üzere 4 tanedir. Kuzeyde bulunan
basınç merkezleri, kuzeybatıda, İzlanda Alçak Basınç Merkezi (mP) ile kuzeydoğuda yer
alan Sibirya Yüksek Basınç Merkezidir (cP). Bu her iki basınç merkezi kutupalanına yakın
olup soğuk karakterlidirler. Ancak İzlanda Alçak Basınç Merkezi,konumu itibariyle nemli
bir karaktere, Sibirya Yüksek Basınç Merkezi ise kurak bir karaktere sahiptir. Sıcak
dönemde ise (Haziran- Eylül ayları arası) bu sefer güneyde yer alan Asor Yüksek Basınç
Merkezi (mT) ile Basra Alçak Basınç Merkezi (cT) Türkiye üzerinde etkili olmaktadır.
Genel karakter itibariyle Türkiye’nin iklim özelliklerini şekillendiren bu basınç merkezleri
ve genel atmosfer sirkülasyonunda olabilecek değişimler, Türkiye iklimini doğrudan
etkileyecektir. Aşırı salınan sera gazları küresel sıcaklılarda artış yaratabilseler de genel
atmosfer sirkülasyonunu değiştirecek etkileri sadece sera gazı artışlarıyla sınırlamak
doğru olmamalıdır. Burada, dünyanın ve atmosferin temel enerji kaynağı olan
güneşten
gelen enerjideki
değişimlerin payı çok önemlidir.
İklim salınımları ile ilgili yapılan çalışmalar ve coğrafya temelli
yorumlamalardan ortaya bazı satır başları çıkmaktadır:
*İnsan ancak lokal iklimi etkileyebilmektedir. Genel değişimler daha çok
gezegensel süreçlerin etkisi altında gelişmektedir.
*Jeolojik dönemlerde sıcaklık artış ve azalışları küresel olarak her yerde aynı
olmamıştır.
*Bütün jeolojik devirlerde yeryüzünde farklı iklim kuşakları olmuştur. Ancak iklim
kuşakları arasındaki farklar soğuk devrelerde barizleşirken, sıcak devrelerde daha
azalmıştır.
*Günümüz iklim modelleri ani iklim değişimlerini içerse de, bu olası değişimlerin
sonucunu açıklamaya yeterli değildir. Ancak gelecekte ani bir değişim olma olasılığı da
sıfır değildir.
*Birçok meteoroloji istasyonunun şehirler içinde ya da yakınında kalması
nedeniyle yapılan ölçümler, kendi ısısını yaratan şehirlerin gelişmesini göstermekten öteye
gidememektedir. Bu tarz istasyon verilerine dayalı küresel ısınma modelleri de küresel
anlamda gerçeği yansıtmaktan uzakolacaktır.
*Yapılan çeşitli değerlendirmeler göre güneş faaliyetleri son birkaç bin yıla göre
artmıştır. Bu durum aslında küresel ısınmanın da nedeni olabilir.
IPCC 2007 raporunda küresel sıcaklığın 20. Yy.da 0.6
oC arttığı ifade edilmektedir. Aynı
kuruluşun 2013 raporunda bu değer 0.86
oC olarak belirtilmektedir. Sera gazlarındaki
artışla ilgili hazırlanan birçok senaryo, ısınma sürecinin artarak devam edeceğini ifade
etmektedir. Bunların içerisinde en bilinen sonuçlardan biri küresel sıcaklıkların 2100 yılına
kadar 1.3
oC ile 3.5 oC arasında artacağıdır.
13
6.AFETLER VE ATMOSFER KÖKENLİ AFETLER
6.1.Afet Kavramı ve Doğal Süreçler
Afet, toplumun tamamını ya da belli bir alandaki kesimini etkileyen, sosyo ekonomik ve
psikolojik yıkımlara neden olan doğal ya da beşeri faktörler ile gerçekleşen ve canlı
yaşamı üzerinde etkileri olan olayları kapsar.
Afetin büyüklüğüne etki eden ana faktörler şunlardır; afetin fiziksel büyüklüğü, yoğun
yerleşme alanlarına olan uzaklığı, yoksulluk ve az gelişmişlik, hızlı nüfus artışı, tehlikeli
bölgelerdeki hızlı ve denetimsiz şehirleşme ve sanayileşme, ormanların ve çevrenin
tahribi veya yanlış kullanımı, bilgisizlik ve eğitim eksikliği, toplumun afet olaylarına karşı
önceden alabildiği koruyucu ve önleyici önlemlerin seviyesi başlıcalarıdır.
6.2.Doğal Afetlerin Sınıflandırılması
Doğal afetler, afetin oluşmasını tetikleyen faktörlere göre sınıflandırılırlar. En yaygın
kullanımına göre doğal afetleri, yersel, atmosferik (klimatolojik-meteorolojik, hidrolojik)
ve biyolojik afetler olarak gruplandırabiliriz.
Yersel kaynaklı afetlerin başında, depremler gelir. Depremler, levha sınırlarını takip
eden hatlar boyunca ve yer kabuğundaki kırık hatlar (fay) boyunca görülürler.
6.2.1.Atmosferik Kökenli Afetler
Atmosferik kökenli afetler, atmosferik nedenlere bağlı olarak gelişen doğal afetlerdir.
Bulunulan coğrafi bölgeye göre afetler değişmekle birlikte en sık rastlanılan doğal
afetlerdendir.
Atmosferik kökenli afetlerin içinde en sık görülenlerin başında
ekstrem sıcaklıklar
(aşırı sıcak ya da soğuk olaylar), orta enlem siklonları (tropik dışı fırtınalar),
tropikal fırtınalar ve hortumlar, orajlar, dolu ve kar fırtınaları, kuvvetli kar, sis,
kuraklık ve kuraklığa bağlı çölleşme
gibi afetler gelir. Atmosferik kökenli afetleri,
meteorolojik kökenli ve klimatolojik kökenli afetler olarak iki kategoridedeğerlendirebiliriz.
Meteorolojik kökenli afetler, tropikal ve tropikdışı (ortaenlem) siklonlar, oraj, dolu, kar
fırtınası, hortum vb. gibi afetleri kapsar. Klimatolojik kökenli afetler ise sıcak ve soğuk
hava dalgaları, şiddetli kış koşulları gibi ekstrem sıcaklıklar, kuraklık (meteorolojik,
hidrolojik ve tarımsal kuraklık), orman ve arazi yangınlarını kapsamaktadır.
6.2.2.Biyolojik Kökenli Afetler
Biyolojik kökenli afetler, iklimsel değişiklikler ile de yakında ilgilidir. Son yıllarda,
dünyanın birçok bölgesinde de görülen viral, bakteriyel, parazitik, fungal ve prion
enfeksiyon hastalıklar gibi salgın hastalıklar, böcek istilaları ve çeşitli hayvan paniklerini
kapsamaktadır.
6.2.3.Hidrolojik Afetler
Hidrolojik kökenli afetler, atmosferik kökenli afetlerin ya da atmosfer olaylar ile
bağlantılı olarak gelişen afetlerdir. Bu afetler,
aşırı ya da ani yağışların neden olduğu
genel sel ve taşkınlar, fırtına kabarması nedeniyle kıyılarda oluşan kıyı taşkınları ile yine
aşırı ya da ani yağışlar ve topografya- zemin özelliklerine göre etkili olan akma,
sürüklenme, kaya düşmesi, çökme ve heyelan olayları, çığ hidrolojik afetler olarak

14
sınıflandırılabilir.
6.2.4.Jeofiziksel Afetler
Bu afet grubunda yersel kaynaklı jeofiziksel kökenli afetleri değerlendirebiliriz. Yersel
kaynaklı
afetler, depremler, volkanlar ve kütle hareketlerinden oluşur.
Yerkabuğunun üst kısımlarında geniş zaman aralıklarında biriken elastik enerjinin aniden
boşalarak yeryüzünü sarsılması olayına deprem adı verilir. Yerkürenin üst kesiminde
oluşan gerilmelerin esas kökeni yer içindeki ısı ve basınçtır.
İnsan nüfusu arttıkça da her geçen gün daha çok sayıda insan aktif veya potansiyel
olarak aktif volkanların çevresine yerleşmektedir. Geçtiğimiz yüzyılda hemen hemen
100.000 kişi volkanik patlamalar nedeniyle ölmüştür.
Püsküren volkanlar dışarıya lav akıntılarının yanı sıra tane boyu 2 mm’den küçük
piroklastik malzemeler için kullanılan kül gibi piroklastik malzemeleri de bırakır. Bazı
durumlarda atmosferde bırakılan kül yüzeye kül yağmuru olarak düşer
Yersel afetler içinde yer alan kütle hareketleri hidrolojik afetler içinde değerlendirilen
kütle hareketlerinden oluşumuna neden olan mekanizma bakımından farklılık gösterir.
Burada değerlendirilen kütle hareketleri atmosferik kökenli nedenler dışında oluşan kaya
düşmeleri, çökme, heyelan ve çığ olaylarıdır.
6.2.5.Diğer Afetler
Bu afetleri insan kaynaklı afetler olarak da değerlendirebiliriz. İnsan kaynaklı afetlerin
başında atmosferdeki sera gazı etkisi (iklim değişikliği), orman tahribatı, asit yağışları,
hava kirliliği, beşeri faaliyetlerden kaynaklanan toprak erozyonu gelir.
Yeryüzünde, canlı hayatın devamı için sınırlı sıcaklık değişimi söz konusudur. Mevsimlere
ve gece-gündüz değişimlerine bağlı olarak sıcaklık yaklaşık
-50°C’den +50°C’ye kadar
değişebilir. Küresel ortalama sıcaklık
15°C dolaylarındadır. 21. yüzyıla girerken 1855
yılından bugüne kadar Dünyanın ortalama sıcaklığı 0.5°C ile 1.3°C artmış, yani dünya
küresi ısınmıştır.
Asit yağışları, doğal ve beşeri kaynaklardan atmosfere salınan ve özellikle fosil
yakacakların yanmasından kaynaklanan, kükürtdioksit ve azotoksit ile diğer bazı gazlar,
atmosferdeki nemle birleşince asite genellikle de sülfürikasit, venitrikasit’e
dönüşmektedir. Bunların yağmur, kar, dolu ve sisle yeryüzüne ulaşması asit yağmurları
olarak adlandırılmaktadır.
6.3.Genel Atmosfer Dolaşımı
Genel atmosfer dolaşımı, yeryüzündeki büyük iklim bölgeleri ve bu iklim bölgelerinin
özelliklerini belirleyen temel mekanizmadır. Ekvator ve çevresi, yıl içinde kutup
bölgelerinden fazla enerji alır ve genel dolaşım bu bölgeler arasındaki enerji bilançosu
farkına bağlı olarak gelişir.
Kutup bölgelerindeki enerji açığını tamamlamak üzere ekvatordan her iki kutup bölgesine
doğru hava hareketi meridyonel yönde ilerler. Bu hava koriyolis etkisiyle sapmalara uğrar.

15
Hava kuzey yarımkürede sağa, güney yarımkürede sola sapar.
6.4.Genel Okyanus Dolaşımı
Okyanuslardaki derin dolaşım, yüzey akıntılarından farklı olarak rüzgar etkisi olmadan
sadece sıcaklık ve yoğunluk farkıyla oluşur. Bu dolaşıma
termohalin dolaşımı denir.
Yüzeydeki sıcaklık ve yoğunluk farklarının oluşması bu akıntıları beslemektedir. Birçok
bilim insanı bu termohalin döngüyü Kuzey Atlantik’ten başlatmaktadır.
Yüzey akıntıları daha çok geniş ölçekli atmosferik dolaşım hücreleri ve dinamik atmosfer
koşulları ile şekillenir. Akıntılar genel olarak yüzey rüzgarları tarafından denetlenir. Yüzey
rüzgarları ve daimi/yarı daimi basınç merkezlerinin varlığı, okyanus suları arasındaki
sıcaklık ve yoğunluk farkı vb. gibi birçok faktörün etkisiyle subtropikal okyanusların batı
kıyılarında (kıtaların doğu kıyısı) ekvatordan kutuplara, aynı okyanusların doğu kıyılarında
(kıtaların batı kıyısı) kuzeyden güneye deniz akıntıları oluşmuştur.
6.5.Atmosfer Kökenli Afetler
Atmosferik nedenlere bağlı olarak gelişen doğal afetlere atmosferik kökenli afetler denir.
Bu afetler meteorolojik ve klimatolojik kökenli olmak üzere iki ayrı başlık altında
değerlendirilmiştir.
Atmosferik kökenli afetlerden fırtınalar, oluştukları coğrafyaya göre farklı isim alırlar.
Oluşum mekanizmaları aynı olmakla birlikte Amerika çevresinde gelişenler fırtına
(hurricane), güneydoğu Asya ve Büyük Okyanusta tayfun, Avustralya ve çevresinde Willywillies olarak adlandırılırlar.
Tropikdışı siklonlara genel olarak orta enlem siklonları da denilmektedir. Orta enlem
siklonları, orta kuşaktaki hava koşullarını kontrol eden sistemlerdir.
Orta enlem
siklonları,
farklı iki hava kütlesinin (ekvotoral ve polar) karşılaşma kuşaklarında
görülmektedir.
Orajlar, havanın yükselmesiyle şekillenen konvektif fırtınalardır. Isınan havanın
yükselmesiyle yoğunlaşarak içeriğindeki nemi kuvvetli olarak yeryüzüne bırakırlar.
Hortumlar soğuk cephelere bağlı olarak ve bu cepheler boyunca rüzgar istikameti, sıcaklık
ve nemlilik bakımından büyük farkların mevcut olması halinde oluşurlar. Ekstrem
sıcaklıklar, bir yerdeki ortalama iklim koşullarının altında ve üzerinde yaşanan
sıcaklıklardır. Kuraklık, yerkürenin en ciddi sorunlarından biridir. Bir coğrafyanın
mevsimleri arasında yağış ve sıcaklık farklarının büyük olması, o alandaki kuraklık
koşullarının önemli birer göstergesi sayılabilir. Yangınlar, hassasiyeti yüksek olan iklim
kuşakları açısından büyük bir risk oluşturur.
7. METEOROLOJİK KÖKENLİ AFETLER, ORTA ENLEM FIRTINALARI,
TROPİKAL FIRTINALAR VE HORTUMLAR
1. Genel Atmosfer Dolaşımı ve Orta Enlemler
Genel atmosfer dolaşımına bağlı batı rüzgarlarının gezici alçak ve yüksek basınçların
etkileri, karalarla denizlerin dağılışı gibi etkiler altında kalan orta enlemler, tropikal ve
polar hava kütlelerinin karşılaşma kuşağıdır. Orta enlemlerde genel olarak dört iklim tipi
görülür. Bunlar, karasal subtropikal, okyanusal subtropikal, Akdeniz iklimi ve subtropikal

16
musonal iklim tipleridir.
Karasal subtropikal iklim: Bu alanlar, büyük kıtaların orta kesimlerini kapsar. Deniz
etkilerinden uzak olan bu alanlarda, yağış getiren nemli hava kütlelerinin etkisi oldukça
azdır. Yaz mevsiminde, 30°C’ye erişen ortalama sıcaklıklar ve şiddetli kuraklık etkilidir. Kış
mevsiminde yağış ve sık sık meydana gelen ani sıcaklık değişiklikleriyle kendini belli eder.
Türkiye’nin iç kesimleri, ABD’nin iç kesimleri bu iklim tipinin en belirgin
gözlendiğiyerlerdir.
Okyanusal subtropikal iklim: Bu iklim tipinin görüldüğü bu alanlarda yaz mevsiminde
tropikal basınç hücrelerinin daha kuzey enlemlere doğru yer değiştirmesine bağlı olarak
antisiklonal hava şartları hakimdir. Kış mevsiminde bu alanlar, siklonal faaliyet alanları
dahiline girer ve bu dönemde rüzgarlar kuvvetli eser, bulutluluk artar ve yağışlar
meydana gelir.
Akdeniziklimi: Kıtaların batı tarafından subtropikal kıyı iklimi olan Akdeniz ikliminde, kış
mevsiminin karakteri kutupsal cephenin konumuna bağlıdır. Kış mevsiminde polar
cephenin bu saha üzerine yerleşmesiyle siklonik faaliyet artar ve kış mevsimi
boyuncayağışlar meydana gelir.
Subtropikal musonal iklim: Bu iklim tipi, kıtaların doğu kıyılarında görülür. Bu
alanlarda, yazlar yağışlı ve nemli, kışlar kurak ve nisbeten soğuktur. Asya’da yazın
karaların bu enlemlerde fazla ısınması nedeniyle ITCZ bu saha ya doğru sokulur ve buna
bağlı olarak saha, yaz musonu halinde ilerleyen nemli denizel tropikal hava kütlelerinin
etkisi altına girer.
2. Orta EnlemSiklonları
Orta enlem siklonları, orta kuşakta hava şartlarını tayin eden en önemli basınç yapılarını
oluşturur ve sinoptik haritalarda binlerce defa tespit edildiği üzere, cephelere bağlı olarak
meydan gelirler. Orta enlem siklonları, adından anlaşılacağı üzere orta enlemlerde
görülmektedir. En yaygın görüldüğü alanlar
30 ile 60° enlemleri arasındaki kuşaktır.
Bu siklonlar, polar ve tropikal hava kütlelerinin karşılaşma kuşaklarında yer aldıkları için
kuzey ve güney yarım kürelerde farklı enlemlerde gözlenebilirler.
3. Tropikal Kökenli Siklonlar
Dünyanın 23.5° kuzey ve güney enlemlerinde yer alan geniş kuşak ekvatoral bölge olarak
bilinir. Tropiklerde, öğle vaktindeki güneş daima gökyüzünde tepededir ve sıcaklıklardaki
günlük ve mevsimlik değişiklikler azdır. Yüzeyin günlük ısınması ve yüksek nem kümülüs
bulutlarının ve öğleden sonraki orajların gelişmesine katkıda bulunur. Gelişen bireysel
orajların çoğu şiddetli değildir.
ABD Atlantik Okyanus ve Meteoroloji Laboratuvarı bir tropikal siklon şeklini
alabilecek hava kütlesi için bazı faktörler tanımlamışlardır
.
1. Ilık okyanus sıcaklığı en az 26.5°C’dir.
2. Kararsız bir konveksiyon olduğunda atmosfer soğur. tropikal siklon okyanus suyundaki
gizli ısının serbest kalmasını sağlar.
3. Koriyolis kuvvetinin yeterli kuvvette olması için ekvatordan minimum uzaklıkta olması
gerekir.
Oluşum mekanizması nedeniyle tropikal fırtınalar ve tropikdışı fırtınalar
17
arasında birtakım farklılıklar bulunur. Bunların en önemlileri;
Tropikal fırtınalar okyanus yüzeyinden beslendikleri için tropikal okyanus çevresinde
oluşurlarken, tropikdışı fırtınalar tropikler dışındaoluşur.
Oluşumları için yüzey sıcaklığının en az 26.5 °C olması gerekir.
Belirgin bir cepheleri yoktur, başlangıçta olsa bile güçlü girdaplar nedeniyle ortadan
kaybolur, tropikdışı fırtınalarda farklı karakterdeki hava kütleleri karşılaştığı için
belirgin bir cephelerivardır.
Yüzeyde kuvvetli rüzgarlara neden olurlar, üst atmosferde (Tropopozda) rüzgar hızı
zayıflar, tropikdışı fırtınalarda üst atmosferde de kuvvetli rüzgarlargörülür.
4. Tropikal Kökenli Siklonların Coğrafi Dağılışları
Tropikal siklonların, uygun koşullar bularak geliştiği ekvotoral durgunlar kuşağı
(doldrumlar) güneşin görünüşteki hareketini izleyerek Temmuz, Ağustos ve Eylül’de
Kuzey yarımküre’sine, Ocak, Şubat ve Mart’ta Güney yarımküresine kayar.
Tropikal siklonların yeryüzünde yarım kürelere göre en çok görüldüğü alanlar,
kuzeybatı Atlantik, Pasifik okyanusunun kuzeydoğu ve kuzeybatısı ile güneybatısı, Hint
okyanusunun kuzeyi ve güneyi ile Avustralya’nın kuzeyidir

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.