- KUATERNER COĞRAFYASINA GİRİŞ; ÖZELLİKLERİ ve ÖNEMİ
Kuaterner yani “Dördüncü Zaman”, jeolojik zamanların sonuncusu ve en kısasıdır. Evren’in yaşı 13,6 milyar, Dünya’nın yaşı ise 4,6 milyar’dır. İlkel Zaman (Pre-Kambriyen) 4 milyar yıl, 1.Zaman (Paleozoik) 370 milyon yıl, 2.Zaman (Mesozoik) 160 milyon yıl, 3.Zaman (Tersiyer veya Senozoik) 63 milyon ve son olarak 4.Zaman (Kuaterner) 2,5-3 milyon yıl sürmüştür. Dördüncü Zaman’ın (Kuaterner’in) iki büyük önemi bulunur. Bunlardan ilki Buzul Dönemleri ile buzul arası dönemleri’dir. Diğeri ise bu dönemde insanın ortaya çıkışıdır.
1.1. Kuatener Coğrafyasının Özellikleri
Kuaterner, kendi arasında 3 devreye ayrılır (Eski devre en alttadır):
3- Antroposen (Antropocene): İnsanın dünyayı şekillendirdiği son dönemdir.
2- Holosen (Alluvium): Islak, ıslak su ile taşınıp gelmiş anlamındadır.
1- Pleistosen (Dilivium): Kuatrenerin ilk dönemidir. Büyük su baskını, tufan anlamındadır.
Pleistosen’in başlagıcından itibaren, özellikle Akdeniz havzasında ve Avrupa’da 4 büyük buzullaşma (glasiyasyon) ve bunların arasında 4 büyük erime (interglasyasyon) safhası vardır.
Buzullaşma dönemleri eskiden –yeniye doğru:
1- Günz 2- Mindel 3- Riss 4- Würm
Yeryüzü tarihinde insanın ortaya çıkışı, aslında Buzul Çağına rastlar. 15-16 bin yıl önce başlayan, yavaş yavaş bugünkü duruma yaklaşık 11.000’lerde geçilmiş olan Buzul Çağı sona ermiştir. Postglasiyal kültürlerin ilki olan Neolitik Çağ’da (Yeni Taş Çağı) insanlar artık tarım yapmaya, evcil hayvan beslemeye başlamış, daha sonra saban ve diğer tarım araçları geliştirilmiştir. Tarımın ortaya çıkmasıyla birlikte, avcı ve toplayıcılık yaparak sürdürdüğü göçebe hayattan yavaş yavaş ayrılmış ve belli yerlerde, özellikle nehir kenarlarında yerleşmeye başlamıştır.
Neolitik Çağın insanları yeryüzünde geniş alanlara yayılmış bulunuyorlardı. Bu sahaların en önemlileri Mezopotamya ve Anadolu’dur. Türkiye’deki Neolitik yerleşmeler ise şunlardır: Konya (Çatalhöyük), Mersin (Yumuktepe), Diyarbakır (Gölbaşı), Burdur (Hacılar), Şanlıurfa’ (Göbeklitepe), İstanbul-Yenikapı Marmaray Metro kazılarında ortaya çıkarılan eski yerleşme
- KUATERNER KRONOLOJİSİ: PLEİSTOSEN, HOLOSEN, ANTROPOSEN
Jeolojik Devirlerden son 2,5-3 milyon yıllık dönemini sürdüğümüz Kuaterner, yani 4.Zaman, kendi arasında 3 alt devreye ayrılır. Bu alt devreler eskiden yeniye: Pleistosen, Holosen ve Antroposen şeklindedir.
2.1. Pleistosen
Buz Çağı, Buzul Çağı, Diluvium olarak da isimlendirilir. Kuaterner’in ilk devresidir. Onu takip eden Holosen’e nazaran çok daha uzun sürmüş olan bir devredir. Yaklaşık 2,5 hatta 3 milyon yılı bulmuştur.Pleistosen (Paleolitik=Taş Devri) de kendi içinde 3 alt devreye ayrılır. “Alt – Orta – Üst Pleistosen” olarak isimlendirip bunu da 3’e ayıranlar bulunur. 1.8 milyon - 781.000 yılları arasında Alt Pleistosen; 781.000 - 126.000 yılları arasında Orta Pleistosen ve 126.000 - 11.500 yılları arasında ise Üst Pleistosen olarak adlandırılır.
Akdeniz Havzası’nda ilk buzul arası dönem Kalabriyen olarak anılmaktadır. Bu denizel fasiyesin, Akdeniz kuzeyindeki karasal karşılığı Villafrankiyen’dir. Kuaterner’in en önemli ve dikkati çeken olaylarından biri buzullaşma’dır. Ancak ilerleyen ilk buzulların izleri çok yerde daha sonraki buzullar tarafından yok edilmiştir.
2.2. Holosen
Pleistosen ile Antroposen arasında yeralan bir dönemdir. Aluvium, Buzul sonrası ya da Aktüelolarak da adlandırılır. Süresi, Pleistosen’e göre çok kısa olup, toplamda uzunluğu 10.000-12.000 yıl arasında değişir. Holosen’de Flandr Transgresyonu meydana gelmiş ve kıyı çizgisi yaklaşık olarak günümüzdeki durumunu almıştır.
Holosen’de Avrupa için belirlenen Blytt-Sernander şeması:
Küçük Buzul Çağı 1400-1850 yılları arasında yaşanmıştır. Küçük Buzul Çağı”nın en soğuk dönemleri ise 15.yy’ın sonu, 17. ve 19. yüzyıllar olarak belirlenmiştir. Tahıl rekoltesinde düşüş Anadolu’da köylerin boşalmasına yol açmıştır. Tarihte “Büyük kaçgün” olarak adlandırılan bu dönemi 1585-1640 yılları arasında Celali İsyanları izlemiştir.
2.3- Antroposen
İnsan Zamanı, daha doğrusu insanın dünyayı şekillendirmeyi sürdürdüğü ve halen içinde bulunduğumuz devre olarak da bilinir. 1750’lerde Avrupa’daki “Sanayi Devrimi” ile başlar. Özellikle James Watt’ın 1763’de İskoçya’da buharla çalışan ilk motoru yapması yeni bir devrin başlamasına neden oldu. Çünkü enerji gereksinimi için kömürün kapalı madenlerden çıkarılması gerekiyordu. Ancak bu madenleri zaman zaman su basıyor, işi çok zorlaştırıyordu. James Watt’ın yaptığı bu buharlı makinelerle suyun yüzeye pompalanması “Sanayi Devrimi”nin başlangıcı sayılır.
Televizyonun, bilgisayarın, internetin telefonun, telgrafın, biçerdöverin, radyonun, teleskopun, barutun icadı, buharlı makinelerle suyun yüzeye pompalanması, ilk düzenli okyanus ötesi buharlı gemi seferlerinin başlaması Antroposen devri ile ilgili buluş ve yeniliklerdir.
Aralarında bir Nobel Ödülü sahibinin de bulunduğu dört bilimci, son dönemlerde muazzam nüfus artışı, megakentlerin mantar gibi çoğalması, fosil yakıt kullanımındaki olağanüstü artış insan kaynaklı değişimler nedeniyle yeni jeolojik döneme “Yeni İnsan Dönemi” anlamına gelen Antroposen adını uygun görmüşlerdir.
- KUATERNER’DE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SEBEPLERİ ve COĞRAFİ ETKİLERİ
3.1.Kuaterner Öncesi İklim Değişiklikleri
Dünya’nın 4,6 milyar yaşında olduğu göz önüne alındığında, Kuaterner öncesinde gerçekleşen iklim değişimleri hakkındaki bilgilerin, son 2,5-3 milyon yıllık süre içindeki Kuaterner hakkındaki bilgilerimize göre çok az olduğu görülür.
3.2. Kuaterner’de İklim Değişikliğinin Sebepleri
Kuaterner ya da IV. Zaman yani günümüz ile 2,5 milyon yıl arasındaki dönemdir. Bu dönemde ilk insan türleri olan hominidler artık yeryüzünde dolaşmaya başlar ve günümüz modern insanının ilk temelleri atılır. Kuaterner’in nerdeyse tamamını kaplayan Pleistosen’e buzul çağları damgasını vurmuştur. Kısmen eski kaynaklara dayanarak; Tuna, Günz, Mindel, Riss ve Würm olarak 5 büyük buzul dönemine ayrılan Pleistosen için bugün 20, hatta büyüklü küçüklü 32’ye yakın buzul dönemi ve interglasyal dönem ayrılabilir. Buzul dönemlerinde dünyanın 1/3’ü kadar bir alanın buzullarla kaplı olduğu bilinir. Bugün Dünyanın yaklaşık 1/10’u buzullarla kaplı olduğu düşünüldüğünde, Pleistosen buzullaşmasının etkisi daha iyi anlaşılabilir. Kuaterner’de meydana gelen iklim değişimleri, günümüz topografyasının şekillenmesinde, özellikle kıyı bölgelerindeki deltaların oluşumu ve gelişmesinde, bitki örtüsünün dağılışında, toprak oluşum sürelerinde, ilk yerleşmelerin kurulup gelişmesinde, hayvanların evcilleştirilmesinde ve kültür bitkilerinin tarımında, dolayısıyla Kuaterner Coğrafyası’nda yer yer önemli etkileri olmuştur. Glasyal dönemlerin yaklaşık 100.000 yıl sürdüğü, interglasyal dönemlerin ise 20.000 - 30.000 yıllık dönemler halinde görüldüğü anlaşılmaktadır.
3.3. Kuaterner’de İklim Değişikliğinin Coğrafi Etkileri
Kuaterner’in birinci alt devresi olan ve günümüzden 2,5 milyon - 11.000 yıl arasında uzanan Pleistosen’in tamamına bakıldığında, Holosen’e göre genel bir buzullaşma dönemlerinin varlığından dolayı sürekli bir soğuma eğilimden söz edilebilir. Kuaterner’in ikinci alt devresi olan ve günümüzden 11.000 ile M.S.1750’ler arasında uzanan Holosen’in tamamına bakıldığında, Pleistosen’e göre genel bir ısınma eğilimden bahsedilebilir. Holosen içinde yine iklim salınımlarına atfedilecek bir şekilde 5 farklı devreden söz etmek gerekir. Bunlar; Postglasyal İklim Optimumu, Soğuk İlkçağ, Sıcak Ortaçağ, Soğuk Yeniçağ ve Son Isınma Dönemi devreleridir.
3.3.1. Postglasyal İklim Optimumu
Günümüzden 5.000-7.000 yıl öncesini kapsayan ve “Sıcak Devre” olarak anılan bir devredir. Orta Avrupa’da sıcaklık değerleri Pleistosen sonlarına doğru 8-10°C daha yükselmiştir. Bu değişiklikler, vejetasyon kuşaklarının kutuplara ve dağların üst kesimlerine doğru ilerlemesine olanak sağlamıştır. Türkiye’deki bütün buzullar ortadan kalkmış, deniz seviyesi bugüne nisbetle 2-3 metre yükselmiştir.
3.3.2. Soğuk İlkçağ
Pleistosen’de olduğu gibi, Holosen’de de ısınma ve soğuma süreçleri birbirini takip etmiştir; ancak dönemleri daha kısa olmuştur. Günümüzden yaklaşık 2900-2450 yıl öncesi bu dönemde sıcaklıklar bugünkü ortalamalardan düşük seyretmiştir.
3.3.3. Sıcak Ortaçağ
M.S. 800-1200 yılları arasını kaplayan bu dönemde ikinci bir optimum yaşanmıştır. Bu dönem Avrupa’nın küçük buzul çağından önceki sıcak dönemine karşılık gelir. Sıcak Ortaçağ Dönemi ilk kez H.H. Lamb tarafından ortaya konmuştur. Buzullar kutuplara doğru geri çekilirken, o güne kadar soğuk kuşakta yer alan sahalar yerleşmeye ve tarıma açılmaya başlanmıştır. Bugüne nisbetle, sıcaklıklar yer yer farklı olmakla birlikte Avrupa’da 1°C, yüksek enlemlerde 1-3°C kadar yüksek olmuştur.
3.3.4. Soğuk Yeniçağ
M.S. 1400-1850 yılları arasını kapsayan bu döneme “Küçük Buzul Devri” ya da “Küçük Buzul Çağı” denilir. Sıcaklıkların günümüze göre 1-3°C düştüğü bilinmekle birlikte, buzullar tekrardan kutuplardan ekvatora doğru ilerlemiştir. Bu dönem, günümüzde görülen ısınma öncesindeki son soğuk dönemdir. Hem iklim salınımlarının açıklaması bakımından ve hem de iklimlerde görülen bu salınımların toplum yaşamı üzerine olası etkilerinin anlaşılması açısından bu dönemin önemi çok fazladır.
Genel olarak başlangıcı 1400’lü yıllara dayanan Küçük Buzul Çağı, dünyanın özellikle soğuk bölgelerinde açlık ve kıtlıkların görülmesine, büyük nüfus hareketlerinin ortaya çıkmasına ve göçlere, hatta siyasal gelişmelere neden olduğu görülmektedir. Fransız İhtilaline neden olan kıtlık süreci veya Osmanlıların Viyana kapılarından döndüren 1683’lerdeki son derece soğuk kışlar, bu Küçük Buzul Çağı dönemine rastlar.
3.3.5. Son Isınma Dönemi
Bu son dönem, 1900-1950’lerden - günümüze (2014’lere) kadar uzanan bir süreyi kapsar. İklim kayıtlarının düzenli tutulduğu ve meteoroloji istasyonlarının yaygın olduğu bu son yaşadığımız 60 – 110 yıllık dönem, rasat anlamında iyi takip edilen bir dönemdir. Sıcaklıklarda genel olarak yükselmeler sürerken, buzullarda özellikle vadi buzullarında gerilemeler süratle sürmektedir. Günümüz klimatoloji ve/veya meteoroloji bilimi/bilimleri bakımından önemi, aletsel kayıt döneminin başlamış olmasıdır.
- KUATERNER'DE BUZULLAŞMA ve BUZULLARIN DÜNYADAKİ YAYILIŞ ALANLARI
4.1. Kuaterner’de Buzullaşma
4.1.1. Glasiye Devri ve Morfolojik Etkileri
Pliosen sonlarında iklimin bütün dünyada soğuması ile başlayan ve son deglasiyasyon ile sona eren devreye “Pleistosen” denir. Bu devrenin süresi eskiden yaklaşık 1 milyon yıl olarak kabul edilmekte idi. Yeni araştırmaların ışığı altında Pleistosen süresinin daha uzun olduğu ve 3 hatta 4 milyon yılı bulduğu anlaşılmaktadır. Jeolojik anlamda yine çok kısa olan bu devre sırasında iklim, büyük değişimlere uğramış ve bunun sonucunda meydana gelen buzul (glasiyal) ve buzularası (interglasiyal) devrelere paralel olarak karaların fiziksel coğrafya karakterlerinde büyük değişiklik meydana geldiği gibi, morfojenetik bölgelerin sahaları bakımından da büyük ölçüde kaymalar oluşmuştur.
4.1.2. Glasiye Devrine Toplu Bakış
Pleistosen’de iklim şartları: Pleistosen sırasında sıcaklığın düştüğü ve glasiyelerin yayıldığı dönemlere glasiyal devre, sıcaklığın yükseldiği ve glasiyelerin tamamen veya büyük ölçüde ortadan kalktığı dönemlere de buzul arası anlamına gelen interglasiyal devre denilir. Fakat iklim yalnız bu iki ekstrem arasında düzenli nöbetleşmiş değildir. Birinci dereceden değişimlerin siası ve süresi bir diğerinden farklı olduğu gibi, sıcaklığın genel olarak yükselmesi veya alçalması sırasında da ikincil osilasyonlar, hatta genel eğilimin tersine ortaya çıkan değişimler de oluşmuştur. Gerek glasiyasyon, gerekse deglasiyasyon sırasında meydana gelen bu ikincil osilasyonlar, sürelerine göre çeşitli derecede etki yapmış olan alt devreleri meydana getirmişlerdir. Bunlara ilerleme devreleri interstadialleri denilir.
Glasiyal bir iklim devresinin başlıca özelliği, sıcaklığın bugüne oranla daha düşük olması, buna ek olarak belirli sınırlar içinde olmak üzere yağışın, özellikle kar halindeki yağışların artmış olmasıdır. Kar sınırı hakkındaki araştırmalar gerek sıcaklık alçalmasının, gerekse yağış artışının çeşitli iklim bölgelerinde aynı değerde olmadığını göstermektedir. Bu nedenle, bütün dünya için sıcaklığın ne kadar düştüğünü göstermek amacıyla verilen değerler ancak birer ortalamadan oluşur. Örneğin bütün dünyada kar sınırı depresyonunun ortalama değeri 1000 m olarak kabul edildiğinde, son glasiyalde (Würm’de) sıcaklığın bugüne oranla genel olara -5°C kadar düşük olduğunu düşünebiliriz. Bugünkü ılıman bölgede son glasiyal sırasında sıcaklığın bugünkünden ancak 5-7°C daha düşük olduğunu kabul edilmelidir.
4.1.3. Glasiyal ve İnterglasiyal Devreleri Ayırma Yöntemleri
1- Kökeni glasiyal olmayan ara tabakalar
2- Morenler arasındaki ilişki
3- Fosil topraklar ve çözülme seviyeleri
4- Aşınma Derecesi
5- Sandur Taraçaları
6- Kesin Yaş Belirleme Yöntemleri
4.1.3.1. Kökeni Glasiyal Olmayan Ara Tabakalar
Buzullar tarafından yığılmış olan depolar, özellikle morenler arasında glasiyasyon ile ilgili olmayan tabakaların varlığı söz konusu sahada buzullaşmanın birkaç defa meydana geldiğinin en kuvvetli kanıtıdır.
4.1.3.2. Morenler Arasındaki İlişki
Çoğu kez birbirinden farklı görünen iki veya daha çok sayıdaki moren depolarının biriktikleri devrelerin glasiyal döneme mi, yoksa bir glasiyalin alt devrelerine mi rastladıklarını açıklamak için buzul depolarının dikkatlice incelenmesi gerektir.
4.1.3.3. Fosil Topraklar ve Çözülme Seviyeleri
Glasiyal kökenli bir depo içerisinde fosil toprak seviyelerinin veya çözülme zonlarının bulunması, bu yerlerde glasiyasyonun bir defadan daha fazla meydana geldiğini gösteren kuvvetli kanıtlara arasında sayılır.
4.1.3.4. Aşınma Derecesi
Glasiyal depoların aşınma derecesi bakımından farklı gruplar oluşturmaları durumunda, bunların ayrı buzullaşma dönemlerinde oluşması kuvvetle muhtemeldir.
4.1.3.5. Sandur Taraçaları
Sandur taraçalarının bulunduğu ve özellikle farklı sandur taraçalarına ait dolguların geriye doğru ayrı ayrı moren birikimine geçtiklerinde; bunların birçok glasiyasyonu gösteren kuvvetli kanıtlar olduklarını söylemek mümkündür.
4.1.3.6. Kesin Yaş Belirleme Yöntemleri
Herhangi bir sahada görülen glasiyal depoların yaşları kesin olarak belirlenebildiğinde, birçok glasiyasyonun varlığı veya yokluğu kolaylıkla ortaya konabilir. Örnek olarak; iki moren deposu arasındaki yaş farkı onbinlerce yıl ise, bunların iki farklı glasiyali gösterdikleri anlaşılır. Buna karşılık, aradaki fark birkaç yüz veya birkaç bin yıldan oluşmuşsa, bunların ancak bir buzul döneminin alt devreleri sırasında depo edilmiş oluşuklar oldukları anlaşılır.
4.1.4. Pleistosen Olaylarının Korelasyonu ve Pleistosen’in Bölünüşü
Kuzey Almanya, Kuzey Amerika ve Akdeniz Havzasına bakıldığında 4 buzul ve 3 de buzularası dönem gözlenirken; Doğu Avrupa’da örneğin Polonya’da 3 buzul ve bunların arasında 2 de buzul arası dönem bulunur. Ancak unutulmamalıdır. Antarktika ve Grönland’ta halen buzul devri koşulları sürmektedir. Öyleyse dünyanın farklı bölgelerinde birbirine paralel dönemlerde farklı buzul ve buzularası dönemler gerçekleşmiştir.
4.1.5. Son Glasyal (Würm): Genel Görünüm ve Yayılış Sahası
Pleistosen’deki son ve dördüncü büyük glasiyal devreye, Alplerde verilen ismiyle Würm, Amerika’daki ismiyle Wisconsin denilir. Polen ve buzul kayıtlarına göre, günümüzden yaklaşık 110 bin yıl önce başlamış olan Eemian interglasiyelinin bitiminden itibaren, Dünya son büyük soğuk bir dönemine girmiş ve günümüzden 10.000-12.000 yıl öncelerine kadar sürmüştür.
Pleistosen’in diğer buzul çağlarında olduğu gibi, Würm boyunca küresel sıcaklıklar aynı kalmayıp, buzulların ilerlediği soğuk stadial ile buzulların geri çekildiği interstadial dönemler birbirini izlemiştir. Norveç kuzeyinde Barents Denizinde yapılan deniz sondajına göre, Würm’de buzulların ilerlediği 3 büyük stadial dönem saptanmıştır. Bunlardan ilki Erken Würm’e, diğeri Orta Würm’e, sonuncusu ise Geç Würm’e karşılık gelmektedir.
4.2. Buzulların Dünyadaki Yayılış Alanları
Günümüzde yeryüzündeki buzullar, karalar yüzeyinin % 10’nu kaplarlar. Günümüz Dünya buzullarının önemli bir alanını zaten Antarktika ve Grönland kaplamaktadır.
Türkiye’deki “aktif buzullar” ya da “güncel buzullar” 3 ayrı bölgede toplanabilir. Bu bölgeler genel olarak; 1-Güneydoğu Toroslar (Cilo ve Sat Dağları), 2-Doğu Karadeniz Kıyı Dağları ve 3-Anadolu Platosuna dağılmış halde bulunan yüksek dağlar ve sönmüş volkanlardır. Türkiye’de toplam 1 adet takke buzulu, 50 adet dağ buzulu ve 55 adet kaya buzulu tesbit edilmiştir. Türkiye’de buzullar, ülkenin batısına göre daha dağlık olan doğu kısımlarında, 37°K ile 41°K enlemleri arasında yer alır. Bunlardan, Ağrı Dağı buz takkesi, Türkiye’nin en büyük buzuludur. Türkiye’nin en uzun ve en iyi korunmuş vadi buzulları ise, Güneydoğu Toroslar (Cilo ve Sat Dağları) üzerinde yer almaktadır.
Günümüz buzullarının incelemelerinden çıkarılacak genel sonuçlar:
1-Daimi kar sınırı ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe deniz seviyesine yaklaşmakta ve sonuçta Antaktika’da glasiyasyon deniz seviyesinden başlamaktadır.
2-Diğer sahalara oranla kutuplarda daha fazla buzullaşma olur, kutuplar ve kutba yakın sahalar kesin ve zorunlu olarak glasiyelerin oluşumu ve gelişimi için en uygun sahalardır, gibi bir sonuç da çıkarılamaz. Gerçekten de çok soğuk yerler olmalarına karşın yeterli yağış alamayan birçok kutup bölgesi; örneğin İç Antarktika’da ve Kuzey Grönland’da buzullar için etkin sahalar değildir, kalınlıkları azdır.
3-Orta ve alçak enlemde glasiyasyon, gerçekte yüksek sahalara bağlı olarak meydana gelmiştir.
4-Bugünkü glasiyelerin Dünyadaki dağılışına bakıldığında, asimetriye benzer şekilde; İskandinavya, Güney Şili, Alaska, Yeni Zelanda’da olduğu gibi, kıtaların batısında buzullara rastlanır.
5-Yeryüzünde bugün bile, glasiyelerin incelenmesinden çıkan bir diğer sonuç, buzulların günümüzde bir gerileme ve incelme evresinde bulunmalarıdır.
- BUZUL AŞINIM ŞEKİLLERİ
Buzul aşındırması; buzulun kalınlığına, bulunduğu vadinin/yatağın eğimine, kayaların özelliğine göre değişir.Buzul (glasyal) aşınım şekilleri glasiyal çizikler, çentikler, cilalar ve oluklar, hörgüçkayalar, sürgüler, buzul vadileri, asılı vadiler, fiyordlar, sirkler’dir.
5.1. Glasiyal Çizikler, Cilâlar, Oluklar ve Çentikler
Bunlar karst topografyasındaki mikro şekillerden lapyalara benzeyen küçük aşınım şekilleridirler. Glasiyal çizikler, buzulun zemine sürtünmesi sonucu oluşurlar. Çiziklerin doğrultuları buzulun hareket yönünü gösterir veya hemen hemen ona paraleldir.
5.2. Hörgüçkayalar
Buzul aşındırmasına uğramış alanlardaki, deve hörgücüne benzeyen ve anakayadan oluşan tepelere hörgüçkaya denilir.
5.3. Sürgüler
Bir buzul vadisinde kısmen zayıf direnç sahalarına ve çatlaklarına karşılık gelen ve çukur olan kısımları birbirinden ayıran anakayadan oluşmuş çıkıntılar halindeki buzul aşınım şekillerine sürgü denir.
5.4. Buzul Vadileri (Tekne Vadiler ya da U Şekilli Vadiler)
Glasyal vadi veya tekne vadi adıyla da anılan hemen hemen bütün buzul vadileri, glasiyasyondan önce akarsular tarafından açılmış olan vadilerin, iklim değişimi sonucu ortamın buzullarla kaplamasıyla, bu vadinin buzullar tarafından işlenmesi, aşınması ve şekil değişikliğine uğramasıyla oluşurlar. Bunlar bazen birden fazla kolun birleşmesiyle bir ana buzulu da oluşturabilirler. Buzul vadiler “U” harfiyle temsil edilir.
5.5. Asılı Vadiler
Asılı vadiler, buzul aşındırma şekillerden belki de en belirginlerinden birisidir. Ana buzul vadisi ile onun kolları arasında aşındırma gücü bakımından varolan farktan ileri gelir. Gerçekten de buzulun törpüleme, oyma ve aşındırması buzulun kendi kütlesi ile uyumludur. Ana buzul daha kalın ve kütlevi olduğu için yatağını daha fazla kazar ve derinleştirir. Ancak bunun yan kolları aynı güçte değildir ve törpüleme, oyma hadisesi daha az olur. Bunun sonucunda yan kol vadisi, ana buzul vadisine oranla daha yüksekte ya da yukarda kalır. Başka kelimelerle ifade etmek gerekirse, asılı kalır.
5.6. Fiyordlar
Derin buzul vadilerinin deniz tarafından işgali sonucunda meydana gelmişlerdir. Fiyordların yamaçlarında yer yer asılı vadiler, bunların üzerinde şelaleler görülebilir. İskandinavya, Kuzey Kanada, Grönland, Güney Arjantin kıyılarında birçok örneği görülür. Bunlardan dünyaca ünlü birçok fiyord bulunur. Örneğin Norveç’in başkenti bir fiyord içinde kurulmuştur.
5.7. Sirk’ler (Neve’ler)
Buzul aşındırması sonucunda oluşmuş, kenarları dik ve sarp, yarım daire şeklinde olan çanaklardır ve içlerinde bazılarının göl de bulunabilir. Bunlara “Sirk gölü” ismi verilir. Ülkemizde Doğu Karadeniz Dağları , Cilo ve Sat Dağları, Süphan, Erciyes, Bolkar ve Aladağlar ile Uludağ gibi buzul topografyasının izlendiği dağlarımız üzerinde göllerle kaplı olan ya da olmayan yüzlerce sirk gölü bulunur.
- BUZUL BİRİKİM ŞEKİLLERİ
Glasiyelerin biriktirmesi sebebiyle oluşan depolar; tabakalaşmış depolar ve tabakalaşmamış depolar olarak ikiye ayrılır. Tabakalaşmamış depoları daha çok buzultaş da denilen morenler meydana getirirken; tabakalaşmış depolar bulundukları yerlere göre karakteristik özel isimler alırlar.
Buzul (glasiyal) birikim şekilleri; Morenler (buzultaşlar), drumlinler, kamesler, eskerler, kettleler ve sandurlar’dır.
6.1. Moren’ler (Buzultaşlar)
Buzul topografyasının biriktirme şekilleri genellikle morenler meydana gelir. Bunlar, buzulların gerek vadilerinin tabanlarından ve gerekse yamaçlarından koparıp taşıdıkları, kısmen de çığlarla veya yamaçlarla yuvarlanarak gelmiş genellikle killi bir hamur içinde köşeli unsurlardan oluşmuş olan tabakalaşmamış depolardır. Taban morenleri, yan morenleri, orta morenleri, cephe morenleri, ablasyon morenleri gibi çeşitleri vardır.
Taban morenleri: Dip morenleri de denilir. Gerek vadi ve gerekse örtü tipi glasiyelerde daha fazla görülen taban morenleri, buzulların altlarında sürükledikleri en geniş sahaları kapsayan buzultaşlardır. Buzulların zeminden kopardıkları materyallerle, buzul yarık ve çatlaklarına düşen materyallerden oluşurlar. Kalınlıkları bazen 10 m’yi bulabilir.
Yan morenleri: Buzulun kenarları boyunca yer alan ve sırtlar halinde uzanan morenlerdir.
Orta morenleri: Vadi buzullarında iki buzulun birleşerek tek buzul haline dönüştüğü durumlarda, yan morenleri buzulun ortasında bir sıra halinde orta morenlerini oluştururlar.
Cephe morenleri: Terminal morenleri de denilir. Buzul dillerinin önlerinde ya da cephelerinde yer alan buzul aktivitesinin sona erdiği yerde oluşan moren çeşitlerinden biridir.
Ablasyon morenleri: Buzulların eriyip ortadan kalmaları sonucunda, buzulların üzerlerinde ve içlerinde taşınmış olan materyallerin oldukları yerde çökelip birikmeleriyle oluşan morenlerdir.
6.2. Drumlin’ler
Bunlar, tabakalaşmamış taban morenlerinden oluşmuş ve kaşık tersi şeklindeki asimetrik tepelerden meydana gelmiş glasiyal birikim şekilleridirler. Genellikle örtü buzullarına, yani inlandsislere ait taban morenlerinden oluşurlar.
6.3. Kames’ler
Tabakalaşmış depolardan oluşmuş alçak, dik kenarlı, kısa sırtlar halinde veya masa şeklindeki tepelere kames adı verilir. Bunlar, hareket halini kaybetmiş veya hemen hemen durağan bir duruma geçmiş olan buz kütleleri üzerindeki ve içindeki çatlaklarda birikerek çökelmiş olan depolardır.
6.4. Esker’ler
Anglo-Sakson ülkelerinde esker; İsveç’te asar adı verilen buzul birikim şekilleridir. Tabakalaşmış buzul depolarından biri olan esker’ler, kum, çakıl gibi flüvyal kökenli unsurlardan meydana gelmiş olup, uzun mesafelerle birkaç kilometre boyunca uzanan, belli bir doğrultu sunan 10-20 metre yüksekliğindeki sırtlardan meydana gelirler.
6.5. Kettle’ler
Buzul ile bağlantı halinde olan tabakalaşmış depolardan meydana gelmiş olan kapalı depresyonlardır. Karst topografyasındaki dolinlere benzetilebilirler. O nedenle derinlikleri genellikle 5-10 metre, çapları 40-50 metre arasındadır. Şekilleri genelde daire biçimlidir. Kettle’lerin yeniden oluşan bir glasyal devrede, yüzeyde veya morenler arasında kalmış ölü buz kütlelerinin daha sonra erimeleriyle oluşmuş çanaklar oldukları söylenebilir. Buzul birikim topografyasında Anglo-Saksonlarca bunlara Kettle’ler ismi verilir.
6.6. Sandur’lar
Glasiye önünde tabakalaşmış depolardandırlar. Bu terim İzlanda’dan alınmış bir terim olup flüvyo-glasiyal yani buzul altından çıkan akarsuların biriktirdikleri depolarını temsilen söylenmiş olan bir tür birikinti konisidir. Bunlar, enkaz ile aşırı yüklü olarak buzullardan çıkan dere ve ırmakların depo etmiş oldukları çakıl, kum gibi ince unsurlu maddelerden meydana gelmişlerdir.
Varvlı depolar; buzul altından çıkan akarsuların biriktirdikleri depolardan olan sandurların yanısıra buz kenarı göllerinde ya da buzul göllerinde biriken glasiyal-laküstr kökenli, yani buzul altından çıkan akarsuların göllere taşıdıkları unsurlar da bulunabilir. Bunların önemi, buzul kenarı gölleri içinde laminalı yani çok ince tabakalaşma sunmalardır. Aynı zamanda buzul kayıtlarının göl içinde tutulduğu kanıtlardan olan depolardırlar.
- NEOTEKTONİK HAREKETLER: KUATERNER’DEKİ ETKİLERİ ve DEPREMLER
7.1. Terimler ve Tanımları
Tektonik: Yerkabuğunu etkileyen gerilmelerin tesiriyle meydana gelen olaylara tektonik ya da tektonik hareketler denilir.
Paleotektonik: Miyosen öncesindeki aktivitesini tamamlamış tektonik faaliyete denir. Bu dönemde meydana gelen şekillere ve yapılara ise “Paleotektonik Yapılar” adı verilir.
Neotektonik: Miyosen sonrası genç tektoniğe bu ad verilir. Bu dönemdeki oluşan jeomorfolojik şekillere ve yapılara ise “Neotektonik Yapılar” adı verilir.
7.2. Plaka Tektoniği, Plakalar ve Hareketleri
Büyük ölçekli tektonik süreçlerle ilişkin kapsamlı bir jeofizik kuramı olan “Plaka (Levha) Tektoniği” fikrinin ortaya atılması,1960’ların ortalarına rastlamaktadır. Yerkürenin en dıştaki bölümünü oluşturan litosfer, içinde bulunduğumuz jeolojik evrede, “levha” ya da “plaka” adı verilen oldukça durağan katı ve görece sert birçok büyük kaya tabakasından oluşmaktadır. Dünyadaki büyük levhalar
Pasifik Levhası, Avrasya, Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Hint-Avustralya, Antarktika levhaları ve dünyadaki küçük levhalar Arabistan, Karayipler, Cocos, Juan de Fuca, Filipin, Nazca, Scotia’dır.
7.3. Dünya’da Neotektonik Hareketlerin Kuaterner’deki Etkileri
Atlas Okyanusu Sırtı boyunca denizaltı volkanizması sonucu yeni denizaltı volkan dağları meydana gelirken; bu okyanusun kuzeyindeki İzlanda Adasında yaklaşık kuzey-güney hattı boyunca geçen diverjans sahası boyunca yeni depremler ve volkanik faaliyetler sahada etkilidir. Hatta bunlardan biri olan Eyyafyallajokul volkanının Mart 2010’da bir hafta püskürmesi sonucu çıkardığı cüruf ve küller, Avrupa’yı etkilemesiyle uçak seferlerinin aksamasına ya da iptal edilmesine ve milyonlarca dolarlık kayba neden olmuştur. Dünya’daki her an deprem üretebilen yanal atımlı (transform) aktif fay hatları şunlardır: San Andreas Fayı, Herat Fayı, Ölü Deniz Fayı, Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı, Büyük Sumatra Fayı, Atakama Fayı, Alp Fayı, Altın Dağı Fayı, Haiyuan Fayı, Kunlun Fayı, Xianshuihe Fayı, Piqiang Fayı
7.4. Türkiye’de Neotektonik Hareketlerin Kuaterner’deki Etkileri
Bu dönemde iki büyük rift sistemi oluşmuştur. Kuzey Anadolu Fayı (KAF) ve Doğu Anadolu Fayı (DAF) sistemleri boyunca ülkenin Anadolu kesimi batı-güneybatıya doğru her yıl ortalama 2 cm kaçışını sürdürürken; Kuzey Anadolu Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgemize karşılık gelen kesim de her yıl ortalama 0,5 cm doğuya doğru kaçışını sürdürmüştür.
7.4.1. Türkiye’nin Neotektonik Bölgeleri
Türkiye doğudan batıya doğru birtakım neotektonik bölgelere ayrılmaktadır:
- Doğu Anadolu Sıkışma (Kapanma) Bölgesi 2. Kuzey Türkiye Bölgesi
- Orta Anadolu Ova Bölgesi 4. Batı Anadolu Gerilme (Açılma) Bölgesi
7.4.2. Türkiye’deki Neotektonik Yapılar
Türkiye’deki neotektonik yapılar şunlardır;
- Güneydoğu Anadolu Bindirmesi (çift bindirme) 2. Doğu Anadolu Fayı (DAF) 3. Kuzey Anadolu Fayı (KAF) 4. Kuzeydoğu Anadolu Fayı 5. Batı Anadolu Grabenleri 6. Güneydoğu Anadolu Kıvrımları 7. Ecemiş Fayı (Eosen yaşlı) 8. Tuz Gölü Fayı 9. Isparta Büklümü 10. Doğu Anadolu’daki Doğrultu Atımlı Fayı (Kağızman, Tutak, Çaldıran, Süphan, Malazgirt) 11. Doğu ve Orta Anadolu’da ki Dağ Arası Havzalar 12. Pull-Apart (Çek-Ayır) Havzalar (Erzincan, Bursa, İznik, Hazar havzaları) 13. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Açılma Çatlakları
7.4.3. Türkiye Jeomorfolojisinde Neotektonik
NEOTEKTONİK: Yaşı ne kadar eski olursa olsun, eğer bu hareketin yol açtığı olay, dolayısıyla şekil, gençliğini bugüne kadar koruyabilmişse ve topografya üzerinde halen belirgin bir durumda bulunuyorsa, bu genç tektoniktir.
Türkiye Jeomorfolojisinde neotektoniğin, (genç tektoniğin) izleri şunlardır:
1-Kıyısı bulunan denizlerimizin şelf ve şev sahalarında sayısız denizaltı vadisi ve kanyonu oluşmuştur. (Karadeniz ve Akdeniz’de)
2-Peneplenler ve aşınım yüzeyleri deforme olmuşlar ve yer yer çarpılmışlardır. (Kocaeli ve Safranbolu platolarında)
3-Yükselmelerle bir takım dağlar (horst’lar) ve alçalmalarla ilgili bir takım ovalar (alüvyal dolgulu çöküntü ovaları) oluşmuştur. (Ege Bölgesi horst-grabenlerinde).
4-Yükselmelerle ilgili karstlaşmalar ve buzullaşmalar ortaya çıkmıştır. (Toroslarda)
5-Genç tektonik; kıyı, göl ve akarsu taraçalarının oluşumlarına ve bu taraça yüzeylerinin ve depolarının deformasyonunu neden olmuştur. (Karamürsel ve İznik’te)
6-Aynı hareketler, sürempozisyon ve antesedans olaylarının oluşumlarına yol açmıştır.
7-Bu hareketler, deniz ve göl kıyılarımızda yalıtaşlarının; denizlerimizin kıyısında ise kokolitlerin, eolinitlerin ve rizolitlerin oluşumunu sağlamıştır. (Çeşme, İznik, Alanya, Karadeniz)
8-Bu hareketler genç volkanizmanın oluşumuna neden olmuştur (Kula [Erinç 1970], Ceyhan-Hassa [Bilgin, 1965]ve Diyarbakır-Ovabağ’da[Canpolat, 2005]).
9-Yine bu hareketler, travertenler ile soğuk ve sıcaksu kaynaklarının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir (Denizli-Pamukkale, Bursa-Çekirge, Van-Muradiye travertenleri)
10-Epirojenik yükselmelerle akarsu taraçalarının oluşumuna ve sonradan çarpılmalarına yol açmışlarıdır. (Ermenek Çayı taraçaları)
11-Pek çok değişik kökenli boğaz bu hareketler sonunda ortaya çıkmıştır. (Erzincan’da Kemah ve Sansa boğazları)
12-Yükselmelerle, dolayısıyla kaide seviyesinde meydana gelen değişikliklerle farklı aşınım meydana gelmiş; az dirençli kısımlar aşınmış, dirençli kısımlar ise yüksekte kalmış ve akarsu boyu ovaları ya da farklı aşınım ovaları gibi bir takım relief şekilleri oluşmuştur.
13-Kaide seviyesinin değişmesi, özellikle Akdeniz ikliminin egemen olduğu kesimlerde, içiçe gelişmiş glasilerin oluşumuna yol açmıştır. (Mersin-Ovacık glasileri)
7.5. Depremler
Plaka tektoniği görüşüne göre; Dünya’daki levha sınırları en fazla depreme uğrayan bölgelerdir. Gerek dalma-batma zonları, gerekse transform faylar ve yayılma sahaları deprem aktivitesinin ve dolayısıyla volkanik faaliyetin çokça görüldüğü mekanlardır.
7.5.1. Dünyadaki Son Yüzyılın En Şiddetli Depremleri
Yüzyılın başından beri meydana gelen şiddetli depremler, büyüklüklerine göre şöyledir:
1960: ŞİLİ, 1964: ALASKA, 2004: GÜNEYDOĞU ASYA, 1952: SSCB, 2011: JAPONYA, 1906: EKVADOR, 1965: ALASKA, 2005: ENDONEZYA,1957: ALASKA
Türkiye’de kayda dayalı en büyük deprem, 27 Aralık 1939’da 8 büyüklüğünde gerçekleşen Erzincan Depremi’dir. Ülkemizde yaşanan depremlerin büyük çoğunluğu KAF ve DAF zonları ve Batı graben sahaları içindeki aktif tektonik ya da genç tektonik sahalarda oluştuğunu görmek mümkündür.
Yorum Gönder
0 Yorumlar